Çevre
Birgün gazetesinde okuduğum bir madencilik haberi1, onu yazanın ne kadar müthiş bir teknik buluş (!) yapmış olduğunu gösteriyordu. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı “Altın aramada siyanür kullanılmaz” demiş; kendisini çevreci olarak gören gazeteci de hemen manşeti yapıştırmış: “Bakanın madendeki siyanürden haberi yok”, diye.
Cehalet Değilse Nedir?
Ana muhalefet partisinin Genel Başkan Yardımcısı, “Türkiye, siyanür cehennemine dönüştürülmek isteniyor” diye demeç vermiş2. Gerekçesini de şöyle açıklıyor3: “Türkiye’nin kuzeyden güneye, doğudan batıya tamamına yakınında siyanürle altın aranıyor”. Aynı demecinde, sözlerinin sadece siyaset amaçlı, iktidar kavgasında yukarıya tırmanmanın aracı olduğunu da saklamıyor: “Çevre duyarlılığı konusunda Cumhuriyet tarihinin en kötü hükümetiyle karşı karşıyayız”. Ulusal duyguları kabartmayı da atlamamış4: “Savaş meydanlarında yapılamayan, bugün altın madeni aracılığıyla yapılmaya çalışılıyor”.
Çevre konularındaki haberleri ve yazılarıyla tanınan gazeteci Yusuf Yavuz’un “Sit Alanı Olan Selinus Sahiline 10 Katlı Otel Projesi” başlıklı haberineyse5 yukarıdaki yayın organlarının hiçbirisi yer vermedi. Zaten açıklamaya çalıştım, amaç, gerçekten çevreyi korumak değil ki!
Yukarıdaki anlatımlar, sadece siyasilere özgü değil. Başta gazeteciler olmak üzere bilim adamları ve teknik adamlar da kullanıyor6. Altın madenciliğinde uzmanlaşmış bilim insanları ve teknik insanlar tarafından altın aramalarında siyanür kullanılmadığı, altın madenciliğinde siyanürün sadece cevherden altının kazanılması aşamasında çevreden yalıtılmış ortamlarda kullanıldığı yıllardır defalarca açıklandı7. Amaç üzüm yemek olmadığından bu konuda bilim ve teknik hiç dikkate alınmadı.
Madencilikte çığır açan “siyanürle altın arama” buluşunun sahibi bu “bilir bilmezlerin8” hangi yazdığına güvenebiliriz, artık. Acaba siyasi konularda da bizim ayrıntısını bilemediğimiz, anlamadığımız noktalarda benzer saptırmalar mı yapıyorlar? Doksanlı yıllarda, bir profesör arkadaşım, “Senin yüzünden Cumhuriyet gazetesini bıraktım” demişti de çok gülmüştüm. Ne kadar haklıymış! Bu trajikomik olay, bize, çevrenin kesinlikle siyaset üstü olması gerektiğini kanıtlıyor. Çevre konuları günlük siyaset malzemesi yapıldığında bir taraf savunurken, diğer taraf da kendiliğinden karşı çıkacaktır. Aslolan, işin doğru veya yanlış yapılması olmalıdır. Genel ifadelerle madenciliğin karalanması yerine proje temelinde mevzuata ve teknik standartlara uygunluğu tartışılmalıdır.
Altın madenciliğinde uygulanan yöntemler madenciliğin bir parçasıdır ve her metal madencilik projesinde uygulananlardan bir farkı yoktur. Arama, madeni çıkarma ve zenginleştirme teknikleri hemen hepsinde aynıdır. Siyanüre gelince, sadece madenciliğin değil sanayinin temel maddesi, daha doğru bir deyişle sihirbazıdır. Mademki siyanür izin verilmemesi gereken bir kimyasaldır, madencilikten çok daha fazla, 50-60 katı kadar siyanür kullanan diğer sanayi sektörleri ne olacaktır? Çeşitli siyanür bileşikleri kullanmakta olan metal işleme ve kaplama, galvanizleme, plastik, boya, tekstil, elektroteknik, tarım kimyasalları ve hatta maya, gıda ile ilaç sektörlerinde üretim nasıl sürdürülebilecektir?
Altın madenciliğine karşı çıkışla başlayan çevreci eylemcilik, günümüzde, giderek madencilik karşıtı bir harekete dönüşmüştür. Artık sadece altın madeni projeleri değil, mermer ve agregaya kadar bütün madencilik çalışmaları “çevreci” karşıtlığın hedefindedir. Oysa hem bilimde hem de teknikte toptancı yaklaşımda bulunmak sakıncalı ve sağlıksızdır. Günümüzün ileri bilim ve teknoloji dünyasında, bir sektörü veya bir teknolojiyi kökten istememek çok anlamsızdır. Gerekli önlemler alınmaksızın küçük bir konut yapılması, tarlanın gübrelenmesi ya da bahçenin ilaçlanması gibi en masum bir insancıl faaliyet bile gün gelip de uygun koşullar ortaya çıktığında çevre açısından yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir.
Doğada her bir olgu, ayrı fiziksel koşullar altında, farklı ortamlarda, uygun mekanizmalar kurulduğunda oluşurlar. Hiç birisinin diğeriyle bir benzerliği yoktur. Şu hâlde “maden” diye genellemek yerine her bir maden sahasını kendi projesi temelinde inceleyerek değerlendirmeliyiz. Projenin teknik içeriğinin, yörenin çevresel koşulları ile günümüz teknolojisine uygunluğunu ve projenin bir bütün olarak yöre halkının sosyal yaşamına olası etkilerini değerlendirmek gerekli ve yeterli olacaktır.
Çevre ve Madencilik
Günlük yaşantımızda sürekli kullandığımız elimizden düşmeyen akıllı telefondan tabletimize, yazdığımız kalemden bilgisayarımıza, evimizin kendisinden içindeki beyaz ve siyah eşyalara, bütün yapıların inşasında kullanılan her türlü malzemeden bindiğimiz araçlara kadar neredeyse bütün eşya, araç ve aletlerin yapımında yararlanılan hammaddelerin üretimi için madencilik yapılması gereklidir. Bütün bu günlük yaşam gereksinimlerinden ya da çok daha basiti, yeni modellerini edinmekten vaz geçebilir misiniz? Günümüzde kime sorsak, acaba yaşamı kolaylaştıran bu teknolojik gelişmeleri bırakıp da daha geri bir yaşama dönmek ister mi? Eğer bunu kabul ediyorsak, madenciliği bırakalım. Biz yapmayalım, dışarıdan alalım diye düşünen varsa, ekonominin temel esaslarına aykırı ama hadi sanayi hammaddesi olanlar kalsın da ev yapımı ya da yol bakımı için gerekli malzemeyi de mi yurt dışından getirelim?
Madencilik her ne kadar insanın yaşamını kolaylaştıran gereksinimleri karşılayan bütün sanayi dallarına hammadde temin etmesi nedeniyle ekonomik olarak vazgeçilmez ise de toplum madenciliği ısrarla “kirli, tehlikeli ve uzak durulması gereken” bir çalışma olarak kabul etmektedir. Madencilik çalışmalarının birinden ortaya çıkan ufak bir hata bile bütün sektöre mal edilerek madenciler çevreye ve halka duyarsız olarak tanıtılmaktadır. Bu akıldışı yaklaşımın sonucunda madencilik, çevre ile uyumsuz bir sanayi dalı olarak algılanmaktadır.
Bir yöre halkının, çevresinin suyu, toprağı ve havasının bozulması ile çocuklarının sağlığından ve alıştıkları yaşam biçimine müdahale olmasından endişe duymadan yaşamını sürdürmek istemesine saygı duymak gerekir. Madencilik projelerinin de ve diğer bütün sanayi yatırımlarının da bu yaklaşıma uygun olarak planlanması, gerçekleştirilmesi ve uygulanması esas olmalıdır. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Sürdürülebilir Madencilik” dediğimiz bu ilkelerin yaşama geçirilmesini olanaklı kılan ise ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) sürecidir.
Ancak günümüzde, bir projenin çevreye etkilerinin tek başına, o yöredeki diğer sanayi kuruluşlarının etkileriyle birlikte bir bütün olarak dikkate alınmaksızın ÇED hazırlamanın ve bu çerçevede önlemler belirlemenin yeterli olmadığı görülmüştür. Bir projenin olası etkilerinin yanında, o projenin etki alanı içerisinde bulunan işletmelerin ve raporun hazırlandığı tarihte yatırıma başlanmış, yatırım planı onaylanmış veya ÇED kararı alınmış diğer projelerin çevresel etkilerinin de birlikte değerlendirilerek ele alınacağı “kümülatif etki” dikkate alınmalıdır.
Bunun dışında, insanın doğal çevresine kalıcı etki yapmaksızın bir projenin planlanması için gerekli olan ÇED, projenin sadece fiziksel yanlarını dikkate aldığından yeterli görülmeyerek AB’de on yıldan fazladır Sosyal ve Çevresel Etki Değerlendirmesi yürürlüğe konulmuştur. Sadece fiziksel çevreyle ilgilenmenin yeterli olmadığı ve sosyo-ekonomik değerlendirmelerin ve sosyal çevredeki değişimler için sosyal sorumluluk projelerinin de Çevre Yönetim Sistemi’ne dahil edilmesi gereği ortaya çıkmıştır9,10. Bir proje, o yörenin sadece doğal çevresine olan etkileri bakımından değil oradaki sosyokültürel ve ekonomik etkileri, kültürel mirası, yerleşim yerlerini ve toplumun sağlık ve güvenliği de dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Sosyal Sorumluluk Projeleri, sadece, şirketlerin yöreye ekonomik yardım veya altyapı onarımı ve inşası katkısı olarak görülmemeli, maden ömrünü tamamladıktan sonra yöre insanının yaşamını sürdürmesini sağlayacak meslekler konusunda eğitim vermeli, yardımcı ve destek olmalıdır.
SED’in (Sosyal Etki Değerlendirmesi) konusu olan sosyal riskin yönetimi için en önemli araç, günümüzde birçok uluslararası madencilik şirketi tarafından uygulanmakta olan işletme ile yöre halkı arasındaki sosyal uzlaşmadır11. Sosyal uzlaşma, bir madencilik faaliyetine başlamadan önce toplumla kurulan sağlıklı iletişim ve katılım sonucunda yöre halkının geniş bir kesiminin bu faaliyeti benimsediğini, desteklediğini belirten ve bir izin ya da belge olmayan soyut anlamda bir kabul, onaylamadır. Artık insanların yaşamadığı, madencilik yapılabilecek ıssız bir yer bulmak çok güç olduğundan Sosyal Onay konusu günümüzde daha da önem kazanmaktadır.
Madencilik şirketleri, arama döneminden başlayarak projenin ömrü boyunca, tamamıyla saydam davranarak yöre halkını projenin riskleri ve etkileri hakkında bilgilendirme, onların düşüncelerini alma ve önlemler ile ölçümlerin gelişimi hakkında bilgi verme biçiminde bir iletişim süreci oluşturmalıdır12. Bunu yerine getirebilmek amacıyla da proje sahasına en yakın ve yöre halkının en kolay ulaşabileceği bir yerde bilgilendirme bürosu açmalıdır. Bütün bu bilgilendirme ve danışma sürecinin hiç kimseyi ayırmaksızın, zamanında, saydam, açık ve düzgün bir tarzda yürütülmesine dikkat edilmelidir.
ÇED Süreci Sorumlu Madencilik İçin Yeterli midir?
Ne yazık ki, özellikle ülkemizde, ÇED süreci çoğu zaman bir sanayi çalışmasının çevreye zarar vermeden yürütülmesi için “yeterli” olarak algılanmaktadır. Bir yatırımcı, projesi hakkında “ÇED Olumlu Kararı” çıktığı an o projenin çevreye etkileri konusunun tamamıyla çözümlendiğini düşünür.
ÇED kararı “Tamam, bir sorun yok! Her şey düzgün ve uygun” demek değildir. ÇED bir izin olmayıp, gerçekleştirilmesi düşünülen bir projenin var olan doğal çevreye ve sosyal yapıya olası etkilerinin ve bunları en aza indirmek amacıyla alınması planlanan önlemlerin incelendiği ve değerlendirildiği bir süreçtir. ÇED Raporu da bu önlemleri işletmecinin üstleneceğini gösteren bir belgedir, taahhüttür. Yani tamamen varsayıma dayalı olarak projenin çevreye etkileri ve sadece kâğıt üzerinde yer alan alınacak önlemler söz konusudur. ÇED süreci, niteliği bakımından çevresel sorunlara çözüm getiremez; sadece yol gösterir. Eğer proje yanlış tasarlanmışsa, ÇED hazırlayıcısına eksik bilgi verilmişse, ÇED raporunda bulunması gereken çalışmalar yapılmayıp da sonra tamamlanacak notu düşülmüşse ve rapordaki taahhütler ile öneriler yatırım aşamasında hiç dikkate alınmaz ise ne yazık ki ÇED sadece göstermelik olarak kalır. Buradaki en önemli nokta, ÇED raporu hazırlanmadan önce, tasarlanan projenin en küçük ayrıntısına kadar kesinleşmiş yani fizibilite çalışmasının tamamlanmış ve projenin öngörülen olası etkilerinin de ÇED raporunda gerçeğe en uygun biçimde doğru ve eksiksiz belirlenmiş olmasıdır.
Kâğıt üzerinde her şeyin doğru ve eksiksiz olması da yeterli değildir. ÇED süreci ve raporunun istenilen sonuca ulaşması için, yatırım aşamasından başlayarak üretime geçilmesi ve sonrasında, proje ÇED Raporu’nda belirlenen esaslara uygun yürütülmeli ve yapılan incelemelerde çevreyle bir uygunsuzluk çıkmamalıdır.
Çevreyi Koruyarak Madencilik Olur Mu?
Toplumun madenciliği çevre karşıtı bir sanayi kolu kabul etmesinde hiç doğruluk payı yok mudur? ÇED süreci sonunda ÇED olumlu kararının alınması, o yöredeki çevre ve sosyal hakların korunması açısından bir madencilik etkinliğinin sorunsuz olacağını göstermez. Bunun temel nedeni, bir an önce üretime başlayabilmek için ÇED inceleme-araştırma süresinin kısa tutulması ve maliyetin yükselmemesi için bazı çalışmaların daha sonra yapılmasının planlanmasıdır. Bu nedenle, ÇED sürecinin yürütülmesinde ve raporun incelenmesinde çevre idaresi titiz, belki de sıkı davranmalıdır. Bir başka önemli nokta da madencilik sırasında bu önlemlerin yerine getirilip getirilmediğinin ve beklenmeyen durumların ortaya çıkıp çıkmadığının yine çevre idaresi tarafından titiz ve sıkı bir biçimde izlenmesidir. Ancak izleme uygulamalarındaki aksaklıklardan kaynaklı olabilecek nedenlerle kamuoyunun yetkili idarenin uygulamalarına bir güvensizlik duyduğu anlaşılmaktadır.
Şu hâlde bir biçimde ÇED sürecinin tamamlanmış olması sorumlu madencilik adına yeterli olmayacaktır. Kaçamak yollara sapılarak yozlaşma ve yolsuzluğa yol açılmaması için gerek yetkili idare gerekse madencinin projenin planlanmasından başlayarak tamamen saydam davranmaları, yöre halkı ve STK’ların sağlıklı bir iletişim yoluyla projeye katılımlarının sağlanması olumlu sonuç verecektir.
Madencilik sektörünün her alanında, saydamlık sağlanmalıdır. İdare yaptığı işlemler ve madenci de projenin gelişimi ile alınan kararlar hakkında yöre halkını bilgilendirmelidir. Yerel halkın güvenini kazanmamış hiçbir ekonomik girişimin ülkeye yarar getirmesi beklenemez. Madencilik sektörüne ilişkin alınacak kararlarda ilgili yöre halkının da katılımı sağlanmalıdır.
Günlük yaşantımızda kullandığımız her şeyin temel hammaddesi olan madenlerin üretilmesi ve bu sırada çevrenin de korunması gerektiğine göre, her ikisi de günlük siyasete konu yapılmadan bilimin ve tekniğin gereği yerine getirilmelidir. Ne her ne pahasına olursa olsun madencilik ne de her şeye karşın çevre söylemi yerine çevre ve madenciliği akılcı bir yaklaşımla dengeleyerek güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir dünyaya ulaşmanın yolunu mutlaka bulmalıyız. Çok karmaşık, çözümü güç ve zor bir konu olmasına karşın, insanı merkeze koyarak bilim ve aklın yol göstericiliğinde cesaretle ve kuşkusuz siyaseti dolgu malzemesi yapmaksızın tartışabilmeliyiz. Bu biçimde birini diğerine üstün tutmadan, çevre korumayı ve madenciliği akılcı bir yaklaşımla dengeleyebiliriz.
Sözün Özü
Bugün yaşadığımız çevre-maden çatışmasının temel nedenleri
Gelişmiş ülkelerde bizdekinden daha yoğun altın madenciliği olmasına karşın neden 15 yıla yakın bir süredir ve halen çalışmakta olan altın madenlerinin bulunduğu yörelerde insanların karşı çıkmadıkları, kanımca, sorunumuzun anahtarıdır. ABD, Kanada, Avustralya ile çevre konularında bütün dünyadan daha duyarlı olan Avrupa ülkelerinden İsveç, Finlandiya, İngiltere, Fransa, İspanya ve İtalya’da altın madenciliği vardır. Bu yörelerin halkının sıklıkla ayağa kalkmadığını görüyorsak nedeni çevreyi koruyarak madencilik yapma ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olmalarındandır.
Günümüzde, madenciliğimizin karşı karşıya olduğu birincil öncelikteki ve en büyük sorun çevrelerini korumak düşüncesiyle ayağa kalkan yöre insanlarıdır. Bu sorun temelden çözülmedikçe, sadece devlet desteği ve/veya zorlamasını arkasına alarak madencilik yapmak olumlu sonuçlar vermez.
Geçmişte idarede görülen bazı usulsüzlükler ile kamunun çıkarlarını kollamaksızın çevre ve maden mevzuatında bazı projelerin yararınaymış gibi algılanabilecek konularda sıkça değişiklik yapılmasının sonucunda, çevreci söylem ve eylemler açıkça, halkın, devletin verdiği ruhsat ve izinlere inanmadığını, yaptığı ÇED incelemesine ve denetimlere güvenmediğini göstermektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu bütün sıkıntılar gibi, doğal çevremizi korumanın çıkar yolu devletin yönetim sistemiyle doğrudan bağlantılıdır. Yani yaşadığımız çevresel sorunlar temeldedir, yüzeysel çözümlerle doğal çevremizi korumak olası değildir.
Şu hâlde çevre sorununu çözmek için devletin yaptığı işlere ve söylediklerine halkın güvenmesini sağlaması gerekmektedir. Halkın yetkili idarelere güven duyacağı ortamın oluşması için de mevzuatta sürekli değişiklik yapmak yerine en uygun standartları getirmek; kuralları ve mevzuatı herkese eşit ve gerektiği gibi uygulamak; incelemeleri ve denetimleri titizlikle ve sıkı bir biçimde yapmak; inceleme ve denetim sonucunu ayrım yapmaksızın herkese gerektiği gibi uygulamak; son derece saydam bir biçimde toplumu bilinçlendirip bilgilendirmek; ve bütün bunların olması için de uzman ve deneyimli kadroları iş başına getirmek yeterli olacaktır.
Altın madenciliğinin en zayıf noktası olan yabancı sermayeli şirketlerden hareketle topraklarımızın yağmalandığı, devlete ya da kamuya bir kazanımı olmadığı tersine çevre yıkımının halka kalacağı propagandası günümüzde kolaylıkla taraftar bulmaktadır.
Çok uzakta olmayan, atmışlı yetmişli yıllara kadar süren eski vahşi madencilik uygulamalarının anıları hâlâ insanların akıllarında ve kalıntıları da sahada durmaktadır. Özellikle kurumlaşmamış olan madencilerin eskiden olduğu gibi kuralsız, çevre değerlerine önem vermeden, kimi zaman gerekli bilimsel ve teknolojik bilgi gereksinimine özen göstermeden hazırlanan bir ÇED raporu ile yatırıma girişme kararından kaynaklanan yanlışları bu çevreci karşıtlığın, hiç kuşkusuz, önemli nedenlerindendir. Bazı madencilerin, mevzuatın zayıf noktalarından sonuna kadar yararlanma istekleri de bu karşı duruşa zemin hazırlamaktadır.
Öte yandan medya, madencilik ile çevre çatışmasının ateşine sürekli malzeme taşımaktadır. Spekülatif haberler yaratmak uğruna mevzuata aykırı, bilim ve tekniğe uymayan anlatımlarla yanlış bilgi vererek; kendi istek ve düşüncelerini gerçekmiş gibi yazarak; konunun gerçek uzmanlarına danışmayarak ve bu konuda hiç çalışmamış, öne çıkmak ve kendini parlatmak isteyen kişilerin söylemlerine sanki uzmanmış gibi yer vererek toplumdaki gerilimi yüksekte tutmaktadır, medya kuruluşları. Bu konulara ilişkin çok sayıda örneğin incelendiği bir makalenin6 varlığı nedeniyle ayrıntıya girmedim.
Ne yapmalı?
Madenciliğe karşı olan hemen herkesten aynı nakaratı duyarız: ‘Madenler elbette çıkarılmalı ama yolu bu değil!’ Bugüne kadar bunlardan birisinin bile tek bir çözüm yolunu, yarım ağızla da olsa, önerdiğini duymadım. Madencilik sektöründeki toplam 41, özel sektörde altın madenciliğinde geçen fiilî 16 yıllık meslek deneyimimden sonra, hiç kuşkusuz, ne yapılması gerektiğine dair öneriler getirmeliyim. Meslektaşlarımın, bunları daha da geliştireceğine inanıyorum.
Öncelikle yöre halkının çevrenin suyu, toprağı ve havasının korunması ile sağlıklarının bozulmasına duydukları endişe ve alıştıkları yaşam biçimlerini yitirme kaygısına saygı duyulmalıdır.
Olmayanları olmuş gibi göstermek, spekülatif haberler üretmek ve genel söylemlerle iddialarda bulunmak altın madenciliğine karşı çıkmak değildir. Toptancı bir yaklaşım yerine projede kullanılan teknik ve teknolojiyi bilimsel anlamda eleştirmek, mevzuata uymayan uygulamaları göstermek ve projedeki hatalar ile eksikleri ortaya koymak gerekir.
Öte yandan yatırım için sadece mevzuatın gereklerini yerine getirmek yeterli değildir. Madenciler, kamu yararına aykırı yerlerde madencilik yapılmayabileceğini ve çevreciler ise madenciliğin çevreyi koruyarak da yapılabileceğini anlamak, öğrenmek ve kabul etmek zorundadırlar. Bu yaklaşımın temel koşulu, her ikisi de ülkenin geleceği açısından aynı derecede önemli olan ne çevreyi ne de madenciliği günlük siyasete, politik polemiklere konu etmektir.
Bugünkü biçimiyle ÇED süreci, başarılı bir madencilik çalışması için yeterli değildir. Kesinlikle sözde olmayan gerçek bir Çevre Yönetim Sistemi yatırımın başında kurularak maden kapatılana dek sürdürülmelidir. Bütün proje süresince ÇED Raporu gereklerine ve teknik standartlara uyulmalı, gereken bütün ölçümler periyodik olarak yerinde ve zamanında yerine getirilmeli, sonuçlar idareye bildirilmeli ve yöre halkına açıklanmalıdır.
Hem madencinin hem de devletin projenin her aşamasında ve her konuda saydam davranması yöre halkıyla kurulacak iyi ilişkinin temelidir. Halktan olumlu ya da olumsuz hiçbir bilgi saklanmamalı, projenin her bir aşamasına geçmeden önce görüş alışverişinde bulunulmalıdır.
Şirketler bir zorlama beklemeksizin sosyal uzlaşma ilkelerine uygun davranmaya başlayarak yöre halkına karşı sorumluluk taşıdıklarını göstermelidir.
Madencilik meslek örgütleri, üyelerini Çevre ve Sosyal Sorumluluk Beyannamesi imzalamaya çağırmalı, imzalayanları kamuya açıklamalı, onları denetlemeli ve uygunsuz tutumları kamuoyuna duyurmalıdır. Gözümüzü kapatarak, yanlışların üzerini örterek doğruya ulaşamayız!
Devlet hem madenciye hem de halka sahip çıkmalı, kuralları ve mevzuatı herkese eşit ve gerektiği gibi uygulamalı, sıkı denetlemeli ve gereğini yerine getirmeli, şikayetleri inceleyerek kamuoyuna duyurmalıdır.
Bu makale Madencilik Türkiye Dergisi’nin 1 Mart 2021 tarihli 93. sayısından alınmıştır
Kaynaklar
[1] Birgün, 10/11/2020, https://www.birgun.net/haber/ormanlik-alanlarin-talanindan-ve-siyanur-kullanimindan-bakanin-haberi-yok-323027
[2] Birgün, 10/12/2020, https://www.birgun.net/haber/chp-li-oztunc-turkiye-siyanur-cehennemine-donusturulmek-isteniyor-326111/ ; Cumhuriyet, 10/12/2020, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpli-oztunc-turkiye-siyanur-cehennemine-donusturulmek-isteniyor-1797678
[3] Tele 1, 10/12/2020, https://tele1.com.tr/chpli-oztunc-turkiyenin-siyanur-haritasini-acikladi-37-yerde-arama-yapiliyor-284541/
[4] https://www.youtube.com/watch?v=H7rwz0CYhvE/
[5] Açık Gazete, 10/12/2020, https://www.acikgazete.com/sit-alani-olan-selinus-sahiline-10-katli-otel-projesi/
[6] Oygür, V., 2019, Madencilik Saldırı Altında, Madencilik Türkiye, Ekim, Sayı 82, sf. 116-126; https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2020/08/09/madencilik-saldiri-altinda/
[7] TMMOB Maden Müh. Odası, Altın Raporu, https://www.maden.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=121&tipi=5&sube=0/ ; https://malzemebilimi.net/altin-uretiminde-siyanur-nasil-kullanilir.html/ ; https://eksisozluk.com/siyanurle-altin-aramak–1791039/ ;
[8] Bilirbilmezler (Bouvard ile Pécouchet), klasik Fransız yazar Gustave Flaubert’in 1874’te yazdığı son romanıdır. Bilgisizliklerinden ve bönlüklerinden kaynaklanan sınırsız bir gözü peklikle her konuya el atan iki dostun gülünç maceralarını anlatır. Bu olaylar sayesinde aydın/yarı aydın, düşünce/saptırmaca, bilgi/bilgisizlik vb. gibi karşıtlıkları en somut biçimiyle görmemizi sağlar.
[9] UNEP, 2002, Guidelines for Mining and Sustainable Development, 52 sf.
[10] Seymoat, N-K., 2000,Mining and the Social Imperative, UNEP Industry and Environment, Vol.23, Özel sayı: Mining and Sustainable Development II, sf.. 57-59.
[11] Oygür, V., 2018, Çağdaş Madencilik Faaliyetlerinde Sosyal Onay, Türkiye Madenciler Derneği Sektörden Haberler, Sayı 69, sf. 64-80; https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2018/03/08/cagdas-madencilik-faaliyetlerinde-sosyal-onay/
[12] Oygür, V., 2018, Sürdürülebilir Madencilik için Önemli Bir Esas: Saydamlık, Türkiye Madenciler Derneği Sektörden Haberler, Sayı 73, sf. 64-71; https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2019/01/04/surdurulebilir-madencilik-icin-onemli-bir-esas-saydamlik/
Dr. A. Vedat Oygür
Yazara konuyla ilgili soru sormak isterseniz, hangi yazar için mesaj gönderdiğinizi belirterek lütfen [email protected] adresine mail atınız.