Anadolu’da Madenciliğin Tarihçesi

Dünya tarihini incelediğimizde Anadolu‘yu madenciliğin doğduğu yer olarak lanse edebiliriz. Çünkü madenciliğin ve metal işleme sanatının en eski örnekleri Anadolu topraklarında karşımıza çıkar. Anadolu’nun jeolojik yapısını incelediğimizde ise bölgenin maden yatakları açısından zenginliği göze çarpmaktadır. Yüzeye yakın bu yatakların çoğu tarih boyunca bölgeye yerleşen toplumların bu madenlere kolayca ulaşmasını sağlamıştır.

Anadolu madencilik tarihini incelediğimizde çeşitli gelişme evreleri göze çarpmaktadır. Başta doğadaki renkli mineraller toplanıp boya malzemesi ve boncuk yapımında kullanılmaktaydı. Henüz çanak çömleğin bilinmediği dönemlerde yüzeye yakın bazı maden yataklarında bulunan nabit (doğal) bakır metalleri de insanlar tarafından toplanmaya ve küçük nesnelerin yapımında kullanılmaya başlandı. Bu bakımdan incelediğimizde insanoğlunun ilk kullandığı metalin bakır olduğunu söyleyebiliriz. MÖ 6000 bin yıl sonlarında ise bakır, cevherden ergitilmekteydi. Daha sonraki dönemlerde gelişen madencilikle tunç keşfedildi ve metal endüstrisinin temeli atılmış oldu.

İnsanlığın en eski metal eserlerinin Anadolu’da bulunmasının yanı sıra, madenciliğin Anadolu’dan diğer bölgelere yayıldığını da söyleyebiliriz. Son zamanlarda yoğunlaşan çok disiplinli araştırmalar madenciliğin geçmişi konusunda bilinmeyenlerin sayısını azaltmakta ve Anadolu madencilik tarihini kronolojik olarak çeşitli aşamalara ayırarak incelememize olanak sağlamaktadır. Buna göre Anadolu madenciliği tarih öncesi çağlarda 5 evrede ele alınabilir:

  1. Hazırlık Aşaması: Metalsiz Dönem (MÖ 8.200 öncesi)

İnsanlar madenleri tanımadan önce parlak renkli mineral ve cevherleri toplayıp boya olarak kullanıyordu. Hematit ağırlıklı bu mineraller çoğunlukla kırmızı renkteydi, dolayısı ile Paleolitik dönemden bu yana MÖ 9000 yıl sonlarına dek kırmızı rengin hakimiyetinden bahsetmek mümkün (moda renk kırmızı). Bu konuda en eski izlere Paleolitik ve Mezolitik dönemlerde kullanılmış karst boşluklarında ve mağaralarda rastlamaktayız.

Bir yerleşim alanından ele geçen en eski cevher buluntu ise Hallan Çemi ve Çayönü Tepesi’nde gün ışığına çıkarılmıştır. Hallan Çemi Güneydoğu Anadolu’nun bilinen ilk yerleşimlerinden biridir. Burada Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’a ait en alt tabakada bir evin tabanında malahit parçaları bulunmuştur. M. Rosenberg’e göre malahit “pigment” olarak kullanılmak üzere toplanmıştı. Çayönü Tepesi’nin gene Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’a ait birinci ve ikinci kültür tabakalarında, yuvarlak kulübelerde ve ızgara planlı yapılarda, bol miktarda işlenmemiş malahite rastlanmıştır. Boncuk olarak işlenmiş malahitler ise ikinci kültür tabakasının üst kesimlerinde ve daha üst tabakalarda görülür. Bu aşamada Anadolu insanı henüz bakırı tanımamaktadır. Buna göre yukarıda sözü edilen kırmızı modası sona ermekte, yerini yeşile bırakmaktadır (moda renk yeşil).

  1. Başlangıç Aşaması: Tek Metalli Dönem (MÖ 8.200 sonrası)

İnsanoğlunun bakırla tanışması MÖ 9000’lerin sonlarına rastlar. İnsan henüz çanak çömlek üretimine geçmeden önce yüzeye yakın bakır yataklarından topladığı nabit bakırı işlemeye başlamıştır. Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu’nun ilk sakinleri topladıkları renkli mineral ve taş malzemenin yanı sıra, buldukları nabit bakır parçalarını da yerleşimlere getiriyor ve onları çeşitli yöntemlerle şekillendirmeyi deniyorlardı. Ve en sonunda bakırı döverek şekillendirmeyi başardılar. Bununla da kalmayıp, soğuk dövülen bakırın zamanla çatladığını, kırılıp koptuğunu, ama ısıttıklarında da bu yeni malzemenin plastik özelliğinin arttığını ve daha kolay işlendiğini gözlemlediler. Bakırı tavlayarak, yani ısıtarak dövüp levha haline getirdiler ve bu levhalardan boncuklar yaptılar; küçük iğnecikler, olta uçları elde ettiler. Böylece insan yaşamında hem yeni bir hammadde ile tanıştı hem de bu hammaddeyi işlemek için ilk defa ısıdan yararlandı. O zamana kadar soğuktan ve yırtıcı hayvanlardan korunmak için yararlanılan ateş teknolojik amaçlı kullanıldı. Bu yeni yaratıcı buluşla toplumların gelişmesinde en önemli etkenlerden biri olan madenciliğin temeli atılmış oldu.

Nabit bakır, çanak çömlekli döneme geçtikten sonra da insanlığın kullandığı tek metal olarak kalmıştır. Çanak Çömlekli Neolitik Dönem’de, örneğin Çatalhöyük, Hacılar ve Niğde Tepecik’te bakırdan yapılmış küçük nesneler bulunmuştur. MÖ 6.000 yıllarına tarihlenen Can Hasan’da bulunan topuz da nabit bakırdan yapılmış önemli örnekler arasındadır. Bu dönemde ayrıca o zamana kadar bilinen hematit, malahit, azurit gibi parlak renkli bakır ve demir minerallerinin yanı sıra ilk defa galen (PbS) boncuk yapımında kullanılmıştır.

  1. Gelişme Aşaması: Ekstraktif Metalurjinin Başlaması (MÖ 5.000 sonrası)

Ekstraktif metalürji basitçe cevherden metalin özünü çıkarma işlemidir. Bu aşamada ilk defa toplanılan malahit ve azurit gibi bakır cevherleri potalarda ergitilmeye başlanır. Artık teknolojiye daha hakim olan bu dönemin ustaları, ergitme (izabe) yoluyla elde ettikleri bakırı çeşitli yöntemlerle işliyorlardı. Potalarda kazanılan küçük bakır damlacıklarını, tekrar ısıtıp eritiyorlar, içindeki kömür, ergimemiş cevher artıkları ve pota kırıntıları gibi yabancı maddelerden arıtıp açık kalıplara döküyorlar veya çekiçle döverek şekillendiriyorlardı.

Bu dönemde Canhasan topuzu bir istisna gibi görünse de nadir ve değerli bir hammadde olan bakırın törensel amaçlı kullanılmasına örnek oluşturur. Ekstraktif metalürjinin başlamasıyla, yani insanların cevherden bakır ergitme teknolojisini geliştirmesiyle, gereksinim duyulduğu kadar metal elde etme kapısı açılmış oldu. Böylece bakır balta, keski gibi aletlerin yapımında da kullanılmaya başlandı. Bunların ilk örneklerine Mersin Yumuktepe’nin XVI. kültür tabakasında, MÖ 5000-4900 yıllarında rastlamaktayız. Mersin Yumuktepe’de rulo başlı iğneler, yassı baltalar ve keskiler önce açık kalıplara dökülmüş, sonra çekiçle dövülerek son şekilleri verilmiştir.

Mersin Yumuktepe’nin XVI. tabakası ile eş zamanlı olan İç Anadolu (Güvercinkayası) ve Elazığ-Altınova’daki bazı Doğu Anadolu höyüklerinde de metalürjik faaliyetlerin izlerine rastlanmıştır. Örneğin Tepecik ve Tülintepe’de izabe artıkları açığa çıkmıştır: Tülintepe‘de iki parça bakır cürufu, Tepecik‘te ise pota kalıntıları ve cüruf bulunmuştur. Malatya Değirmentepe’de ise iki adet bakır “külçe” parçası ele geçmiştir.

  1. Yapılanma/Deneyim Aşaması: Gelişmiş Metalurji (MÖ 4.000 sonrası)

Metalurji basitçe cevherden metalin elde edilmesi işlemidir. Madencilik etkinlikleri MÖ 4000’lerde tüm Anadolu’da bir çığ gibi büyümeğe başlar. Hemen her yerleşimde metal ergiten ve işleyen işliklere rastlanmaktadır. Yalnız Anadolu’da değil tüm Yakın Doğu’da maden yataklarında toplanan cevherler yerleşimlere getirilmekte, gereksinim duyulduğu ölçüde ergitilip işlenmekteydi. Maden ustaları önceleri olduğu gibi sadece yüzeyden cevher toplamakla yetinmiyorlar, derinlere iniyorlar ve derine indikçe kompleks bileşimli, polimetalik (birden çok metalin bir araya geldiği yataklar) cevherleri topluyorlardı. Böylece elde ettikleri maden de değişik içerik ve kalitede oluyordu.

Önceleri arsenik içeren kompleks bakır cevherlerini ergitip arsenikli bakır elde ettiler ve cevherin cinsine göre ergitilen metalin bazı özelliklerinin değişkenliğini gözlemlediler. Daha sonraları ise arsenik ve bakır cevherlerini birlikte ergitmeye ve bilinçli olarak bakır-arsenik alaşımlarını yapmaya başladılar. Arsenikli bakır hem renk açısından bakırdan ayrılmakta hem de arsenik bakırın kalitesini etkilemektedir. İçerdiği arsenik miktarına göre bakırın döküm özelliği düzelmektedir. Bunu gözlemleyen madenci ustalar örneklerini Güvercinkayası, Beycesultan, Ilıpınar, İkiztepe, Alişar, Mersin, Pulur, Arslantepe, Tülintepe, Hassek Höyük gibi birçok Anadolu yerleşiminden bildiğimiz günlük yaşamda kullanılan alet ve gereçlerin yapımında kullanmışlardı.

Son Kalkolitik Çağı kapsayan bu dönemde metal, hemen her yerleşimde bulunmaktaydı. Örneğin doğuda Elazığ Altınova’da bulunan tüm höyüklerde, Kuzey Anadolu’da İkiztepe’de, İç Anadolu’da Alişar, Alacahöyük, Boğazköy ve Büyük Güllücek’te veya Batı Anadolu’da Beycesultan, Ilıpınar, Kuruçay ve Limantepe’de ele geçen maden buluntuları, dönemde süre gelen yoğun madenciliği gözler önüne sermektedirler.

Yukarda söz edilen deneyimlerin bir sonucu olarak MÖ 4000’lerin ikinci yarısında başka madenlerle de karşılaşılır. Önce gümüş ve kurşun daha sonra altın yavaş yavaş insanlık tarihindeki yerini alır. Anadolu’da ilk gümüş buluntular, Elazığ Korucutepe’de ortaya çıkmıştır.

İşlendiği cevherin içeriğine bağlı olarak ya da bilinçli bir şekilde kazanılan bakır ve alaşımları özellikle silah yapımında kullanılmaktadır. Bu malzemeden ok ve mızrak uçları, kılıçlar, kama ve benzeri kesici aletler yapılmaktadır. Gümüş ve bakır aynı nesnede bir arada kullanılmakta, arsenikli bakırdan yapılan törensel silah ve aletler gümüşle süslenmekte veya kaplanmakta, metalden kalitesine göre bilinçli olarak yararlanılmaktadır. Birçok metalin birlikte kullanıldığı örnekler Arslantepe, Tülintepe ve Başur Höyük’ten bilinmektedir. Özellikle Arslantepe iIe yapı katına ait toplu metal buluntuları Anadolu madenciliği açısından önemli bir yere sahiptir. Toplu olarak bulunan kılıç ve mızrak uçları çift ve tek kalıp tekniklerinde dökülmüşler, kılıçların kabzası oyma yoluyla kaplama tekniğinde gümüşle süslenmiştir. Aynı dönemden kalma bir elit mezarı bol miktarda altın, gümüş, bakır ve bakır-gümüş alaşımından oluşan buluntu içermektedir.

Yine aynı döneme tarihlenen bir Tülintepe toplu buluntusunda mızrak uçlarının kalayla kaplı olduğu anlaşılmıştır.

  1. Endüstri Aşaması: Tunç ve Demir Çağları (MÖ 2800 sonrası)

MÖ 3000 yılın başlarından itibaren, İlk Tunç Çağı II döneminde, madencilik alanında hızlı ve önemli gelişmeler göze çarpar. Maden ocakları artık endüstriyel olarak işletilmektedir. Cevher, galeriler açılarak yer altından çıkarılmakta ve ocaklara yakın uygun alanlarda ergitilmektedir. Zira kükürtlü, arsenikli, antimuanlı ve daha birçok kompleks element içeren cevherlerin izabesi sırasında oluşan zehirli ve kötü kokulu gazlar kent sakinlerini rahatsız etmeye başlamış ve izabe kent dışına taşınmıştır. Ayrıca üretim miktarı da arttığından, cevherin uzun mesafelerden kentlere taşınmasına gerek kalmamıştır. Ocak yakınlarında elde edilen metal ise külçeler halinde kentlere taşınıyor veya başka bölgelere gönderiliyordu. Kentlerde kurulan işlik ve atölyelerde sadece metal işleniyor, üretimi yapılıyordu. Madencilik ocaktan imalathaneye kadar organize edilmişti.

Alacahöyük, Horoztepe, Troia ve diğer merkezlerde ele geçen metal eserler dönemin madenciliğinin doruk noktaya çıktığını göstermektedir. Zamanla madenciliğe dayalı ilk endüstri toplumları oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde metal kültürleri doğmakta ve bölgesel büyük devletlerin temeli atılmaktadır.

Arkeolojik buluntulara baktığımız zaman, kentlerdeki işliklerde pota, kalıp, külçe, yarı işlenmiş ve bitmiş ürünler göze çarpmaktadır. Cevher, ergitme fırını ya da ergitme potası ise bulunmamaktadır. Bu dönemde madencilikte atılan en önemli adım tunç üretimi olarak gösterilebilir. Fakat tuncun kullanımı Mezopotamya’dan İç Anadolu ve Troia’ya kadar uzanan dar bir alan ile sınırlıdır. Bu alanın dışında kalan bölgelerde ise hala arsenikli bakır kullanılıyordu. Örneğin Alacahöyük ve Horoztepe’de tunç bilinirken, Samsun İkiztepe‘de arsenikli bakır kullanılmaktadır. Tunç üretimi büyük değişiklikleri de beraberinde getirdi. Ara sıra ve gereksinim nedeniyle yapılan üretim yerini seri üretime bıraktı. Döküm, tavlama, kaynak, kaplama vs. gibi teknikler doruk noktaya ulaştı. Tuncun en yaygın olduğu Mezopotamya’da maden yataklarının olmayışı, kullanılan madenin ithalatını gerektiriyordu. Bu durum kalay için de geçerliydi. Tunç üretimi için gerekli kalay başlangıçta muhtemelen Anadolu’dan temin ediliyor daha sonraları ise ihtiyacın artmasıyla uzak mesafelerden, olasılıkla Orta Asya‘dan getirtiliyordu.

Endüstrileşmenin başladığı MÖ 3. binin ilk yarısında, bakır metalürjisinde kazanılan deneyimler sonunda, demir de ergitilmeye başlandı. Yakın Doğu’nun Mısır, Mezopotamya gibi bazı bölgelerinde meteor (Göktaşı) kökenli demir bilinmekteyse de Anadolu insanı ilk defa bu dönemde hematit, magnetit, götit gibi zengin demir cevherlerini ergitmeyi ve demir elde etmeyi başardı. Böylece insanlığın kültürel gelişiminde yeni bir adım daha atılmış oldu. Ancak demirin ve çeliğin tunç gibi seri üretimle elde edilmesi ve hatta silah yapımında tuncun yerini alması için daha 1.500 yıl geçmesi gerekecekti. MÖ 2000 yılın sonlarından itibaren demir, halkın kullandığı metal olarak günlük hayata girmeye başladı.

MÖ 2000’lerde Doğu Akdeniz Bölgesi ve Mezopotamya’da Hititler, Babil, Asur, Mısır ve Miken gibi bölgesel devletler oluşurken hammadde üretimini ve ticaretini kontrol ederler.

Anadolu’da Hititler döneminde M.Ö 2000-1200 yıllarında madencilik çok gelişmişti. Tarihçiler, Hititler için “Küçük Asya’nın büyük zenginliği maden ve sanayiydi. Anadolu’daki cevher yatakları sayesinde geniş ölçüde maden, özellikle demir üreticisi idiler. Anadolu’daki madenlerde bol miktarda metal üretiyorlardı” diye yazar. Boğazköy kazılarında bulunan bir mektupta Hitit kralı, Asur krallarından birisine, istediği demirin teslimi hakkında cevap vermektedir. Ayrıca mektuba bir de demir örneği eklenmiştir. Bakır işletmeciliğinin de Ergani’de M.Ö 2000 yılında başladığı bilinmektedir. Yine Anadolu’da birçok madenden de altın üretimi yapıldığı bilinmektedir. Bunlardan en bilinen Lidyalıların Sart bölgesinde elde ettikleri altınlardır. Lidyalılar ürettikleri bu altınları paraya dönüştürmüş ve dünyada parayı ilk devlet olarak da ün yapmışlardır.

Osmanlı Döneminde Madencilik

Osmanlı ekonomisinin başlıca gelir kaynaklarından olan madenler, imparatorluğun kuruluşundan itibaren önemini korumuştur. Fakat 18. yüzyılın akabinde yaşanan idari, askeri, mali bunalımlar her alanda olduğu gibi madencilik sektöründe de kendini göstermiş ve gerilemeye yol açmıştır. Bununla birlikte maden mevzuatının devrin değişen şartlarına uygun olarak gelişme gösterememiş olması, madenciliğin çöküşünü hızlandırmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu maden politikası çeşitli dönemler geçirmiştir. İlk zamanlarda maden ocakları devlet katılımı ile işletiliyor, devlet buradaki gelirlerden pay alıyordu. Önceleri Osmanlı’nın maden politikası güçlü bir metalürji endüstrisinin özellikle demir sanayinin doğmasına neden oldu. Evliya Çelebi ocaklara hava veren körüklerin büyüklüğünü, örslerin azametini anlatırken araştırmaya gelen yabancıların bu durumu gördüklerinde şaşkınlıktan parmaklarının ağızlarında kaldığını da yazmıştır.

Zamanla Osmanlı’nın ekonomik gücü azalınca yabancılar 1854 yılından itibaren madenlerimizle ilgilenmeye başladılar ve giderek etkinliklerini artırdılar. Ekonomik sıkıntı içine düşen Osmanlı Devleti yer altı zenginliklerini satmaya başladı. İmparatorluk zamanında kurşun, gümüş, altın, demir, krom, zımpara, taşkömürü, linyit, bakır, kükürt, gühercile, manganez, maden suyu, antimon, cıva, çinko, borasit, mermer, zift, arsenik ve opal gibi en değerli madenlerin işletilme hakkı yabancılara imtiyazlı (ayrıcalıklı) olarak verildi.

O dönemde Fransız şirketleri kurşun, manganez, kömür, İngiliz şirketleri krom, borasit, zımpara, bakır, Alman şirketleri krom ocaklarını satın almışlardı. Krom hariç bu madenler tekel niteliğindeki yabancı şirketlerin elinde idi. Türklerin elinde ise ilkel yöntemlerle işletilen birkaç linyit ocağı vardı.

Kaynaklar