“Madencilik ve Çevre” Üzerine

0
1764
ABD, Minnesota Eyaletinde rehabilite edilmiş bir demir madeni işletmesi

Türkçe “Madencilik ve Çevre” kelimeleri ile internette bir arama yapıldığında, bu temanın işlendiği onlarca bilimsel/teknolojik makaleye, yüzlerce bilimsel çelişkiler içeren görüşler ve binlerce de birbirinden alıntılı sosyo-politik içerikli medyatik haber ve birbiri ile çelişen görüşlere ulaşıldığı ve toplumda madencilik faaliyetleri için olumsuz bir algının bulunduğu görülecektir. Teknolojik olmaktan çok sosyo-politik yönü ağır basan “Madencilik ve Çevre” konusu, mevcut hukuk sistemi içinde hem toplum bireyleri ve hem de madencilik sektörü için görünür bir sorun olarak güncelliğini korumaktadır.

Madencilik projeleri günümüzde ‘Mevcut En İyi Teknikler’le ve yürürlükteki Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Çevre İzin ve Lisanslarla ilgili mevzuat kapsamında, çevre koruma önlemleri de etkin olarak alınarak hayata geçirilmektedir. Ancak konunun sosyo-politik boyutlarının sadece bilimsel ve teknik yaklaşımlarla çözülemeyecek derecede karmaşık olması nedeniyle madencilik, özellikle de altın madenciliği üzerine odaklanan hukuk mücadelelerinin devam etmekte olduğu görülmektedir.

Bu yazı, günümüzde de süregelmekte olan Madencilik ve Çevre konularındaki algı çelişkilerini hatırlatmak amacıyla, kaynakçanın sonunda belirtilen 2014-15 yıllarında yayınlanmış makalelerden derlenerek hazırlanmıştır.

Özetle, Madencilik Faaliyetleri

Madencilik; yer kabuğunda doğal olarak mevcut cevher yataklarındaki hammaddeleri, ekonomiklik ve çevre koruma ilkeleri altında, mevcut istihsal (kazı) ve cevher (veya kömür) zenginleştirme yöntemlerini kullanarak toplumun kullanımına arz eden bir mühendislik faaliyetidir. Madencilik uygulamalarında kazılan cevher, türüne göre belirli fiziksel, kimyasal ve ergitme işlemlerinden geçirilerek, ekonomik değeri bulunan ürüne dönüştürülür. Yönetim açısından bakıldığında tipik bir metal maden işletmesi “Cevher Kazısı-İstihsal”, “Cevher İşleme/İzabe” ve “Su ve Atık Yönetimi” ünitelerinden oluşur. Bu faaliyetler kapsamında cevher hazırlama/işleme teknolojilerinin seçimi; cevher türü (oksit veya sülfürlü), mineral içeriği ve matriks yapısı, rezerv büyüklüğü ve içerdiği değerli madde yüzdesine (ortalama cevher tenörü) bağlı olarak uygulanacak işlemlerin ekonomik değerlendirilmesi ile yapılmaktadır.

Madencilik Faaliyetleri ve Çevre İlişkileri

Hava, su ve toprak, toplumların yaşamlarını sürdürmek için kullandıkları doğal kaynakların ana bileşenleridir. Yiyecek, barınma, toplumsal altyapı gibi temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için tarım, hayvancılık, balıkçılığın yanı sıra, enerji ve sanayi için gerekli hammaddelerin tümünün kaynağı doğal ortamlardır. Yaşam gereksinimi olan bu faaliyetlerin tümü, ekonomik ve sosyal getirilerin yanı sıra, doğal ortamlarda bazı görünür değişikliklere neden olur. Bu bağlamda, madencilik faaliyetlerinde de ruhsat sahasında ağaç kesiminden başlayarak açık ocak veya kapalı işletmelerden çıkan pasa ve cevher zenginleştirmesinden ürün üretimine kadarki süreçte ortaya çıkan atıkların depolanma gereksinimi için arazi kullanımından dolayı, yeryüzünde görünür değişiklikler ortaya çıkar. Alıcı ortam kalitesi açısından, madencilik faaliyetlerinin pasa ve işlenmiş cevher atıklarının depolanması ve yapılan kazılar nedeni ile oksitlenebilen bazı tür mineraller nedeni ile ortaya çıkan ‘asit maden drenajı’ yaratma olasılığı da bulunmaktadır. Ayrıca kazı işlemleri gereği ortaya gürültü, titreşim ve toz da çıkabilmektedir.

Mühendisin (maden, jeoloji, çevre, kimya ve diğer mühendislik branşları) görevi, her tür doğal kaynak kullanımında öngörülen sosyal, ekonomik getirileri arttırırken ve alıcı ortam üzerindeki, yukarıda belirtilen olası çevresel etkileri ‘en az düzeye’ indirmektir. İşte bu noktada, ‘kabul edilebilir en az düzeydeki etkileri’ tanımlayan hukuki kriterler (teknik mevzuat) devreye girmektedir. Bu bağlamda, mühendislik projeleri Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği (ÇED) Madde 4(c)’de tanımlandığı üzere:

“Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED): Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin:

  • Çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlen mesinde,
  • Olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin,
  • Seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve
  • Projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar”

sonrasında, ilgili Bakanlıklarca verilen izinlerde belirlenen ‘kabul edilebilir etki kriterlerine uygun’ olarak projelendirilmekte ve uygulanmaktadır.

Dolayısı ile, herhangi bir madencilik faaliyeti olası çevresel etkileri faaliyet alanı için tanımlanan bir alıcı ortam sınırı içinde ve ‘kabul edilebilir etki kriterlerine uygun’ olarak ve de faaliyetten beklenen sosyo-ekonomik faydalar da sağlanarak yönetildiğinde, yürürlükteki hukuk sistemi içinde mevzuat açısından Çevresel Etki Değerlendirme sonucu ‘olumlu’ olacaktır.

Ancak, toplum bireylerince olası yanlış anlamalara açıklık getirmek amacıyla şunu vurgulamakta yarar vardır: ‘ÇED Olumlu Kararı’, işletmenin gelişigüzel yapılabileceği anlamına gelmez; tabii ki, projenin çevresel performansı, ÇED olumlu kararı üzerine kurulu Çevre İzinleri’nde belirtilen kriterlere uygunluğu, işletme sürecindeki ‘çevresel izleme uygulamaları ile takip edilecektir.

Çevre Duyarlılığı ve Çevrecilik Hareketleri

Tarih boyunca insanlar en temel ihtiyaçları olan yiyecek ve barınak temini için büyük çaba harcamıştır. Yiyecek bulamayanlar açlıktan, barınak bulamayanlar ise aşırı iklim koşulları veya yaban hayvanları nedeni ile yaşamlarını kaybetmişlerdir. Binlerce yıl süren aile-kabile türü yaşamdan toplumsal yaşam düzenine geçiş, insanları yaşam kalitelerinin arttırılması için doğal kaynaklardan olanaklar elverdikçe daha fazla yararlanmaya yöneltmiştir. Yiyecek ve barınma koşullarının yetersiz kalması durumunda diğerlerinin yaşam alanlarından yararlanmak istenmesi, toplumlar arasında sosyo-ekonomik sorunlar yaratmış ve de sonu savaşa kadar ulaşan sürtüşmelere yol açmıştır.

Tarih boyunca toplumlar ‘kuşkuya dayalı-korku kaynaklı’ risklere karşı alınan önlemlerin uygulanması ilkesi üzerine yönlendirilmiştir. Toplum bireyleri, korku nedenini ortadan kaldırmayı hedefleyen liderlerin önderliğinde yaşam kalitelerini korumak ve daha da arttırmak üzere çaba harcamaktadırlar. Son kırk yıl içindeki hızlı sanayileşme, toplumun yaşam kalitesini de hızla arttırmış; ancak, beraberinde çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Sanayi tesislerinden kaynaklanan atık ve deşarjların, insan sağlığı ve diğer canlı ve bitkiler üzerindeki doğrudan ve dolaylı olumsuz etkileri, toplumları ‘endüstriyel kirlilik’ konusunda duyarlı hale getirmiş ve önceleri ‘tüten bacanın medeniyet sembolü olduğu’ şeklindeki toplum düşüncesi anlamını yitirmiştir. Gıda ve barınak sorunlarını büyük ölçüde çözmüş toplumlar, eğitimin sağladığı “ileriyi düşünme olgusu ile, yaşam kalitelerinin sürdürülmesi açısından ‘çevre sorunlarının’ gelecek için en büyük sorunlardan biri olduğunun farkına varmış ve tüm dünya toplumları “çevre kalitesini kaybetme korkusu” içine düşmüştür. Bu tür bir durum, uluslararası düzeyden küçük toplumlarda dahi uygulanabilir güç/çıkar amaçlı ‘kaos yaratmaya’ da uygun bir fırsat ortamı oluşturmuştur.

Ülkemizde son yıllardaki ‘görünür’ ekonomik gelişme ile birlikte ‘oldukça politikleşen’ sosyal yaşam, toplum bireylerini gelecekleri ile ilgili gördükleri her konuda hassaslaştırmaktadır. Özellikle, görünürlüğü yüksek mühendislik projelerini hızlandırmak amacı ve/veya politik çıkarlara hizmet etme yaklaşımı ile yürürlükteki idari ve yasal düzenlemelerde sıkça yapılan değişiklikler sonrasında, planlanan veya inşa edilmekte olan her yeni mühendislik projesi, ‘kamu yararı bağlamında’ toplum bireylerince şüphe ile karşılanmakta ve bu tür projelere genelde karşı çıkılmaktadır. Toplumun bilgilendirilmesi ve bireylerin görüşlerinin alınması konularındaki uygulamaların yetersiz olduğu algıları da hukuk sisteminin işlemesindeki yavaşlıklarla birleştiğinde, toplum bireylerinde genelde ‘her toplumsal projeye karşı olma’ eğilimi ortaya çıkmakta ve özellikle her yeni kazı işlemi gerektiren inşaat/maden mühendislik projeleri ideolojik/politik anlaşmazlıkların tetikleyicisi durumuna düşmektedir.

Günümüz Çevrecilik Yaklaşımı ve Madencilik

Benzer çevre duyarlılığı (ya da ilgisizliği) nedeniyle 1990’lı yılların başında genelde devlet kurumları tarafından yürütülmekte olan büyük ölçekli madencilik faaliyetleri ile ilgili çevre sorunları toplumun gündeminde yer almamakta idi. Ancak, bu durum 1991-93 sürecinde, Ovacık Altın Madeni işletme izinleri gündeme geldiğinde değişmiştir. O günlerde, daha yönetmeliği henüz yayımlanmamış olmasına rağmen, Dokuz Eylül Üniversite’sine hazırlatılan ÇED Raporundaki ekonomik ve teknolojik ayrıntılar, projenin üretim getirisi ve özellikle altın kazanım prosesinde ‘siyanür’ kullanılacağı ve de işletmecinin yabancı sermaye şirketi olduğu konuları toplumun bilgisine ulaştığında, ‘Ovacık Altın Madeni Projesi’ toplumun sosyo-politik gündemine yerleşmeye başlamıştır. Başlangıçta yerel küçük kişisel çıkar sürtüşmeleri olarak başlayan ve ‘siyanür korkusu’ üzerine kurulu ‘altın madeni-çevre felaketi’ ilişkilendirmeleri, kısa zamanda politikacılar ve yurtdışı destekli sivil toplum hareketlerinin de katılımlarıyla, uluslararası nitelik kazanmış ve ülkemizdeki çevrecilik akımının lokomotifi olmuştur. Ülkemizin ilk altın madeni olan Ovacık Madeni odaklı çevrecilik hareketinin 2001 yılı öncesindeki yerel ve uluslararası boyutu ile ilgili ayrıntılı bilgi, kendisi bir akademisyen cumhuriyet tarihçisi olan Dr. Hablemitoğlu tarafından bir kitap olarak yayınlanmıştır (Hablemitoğlu, 2001). Son yıllarda sosyal-ekonomik-çevresel fayda ve etkilerinin değerlendirmesinde en fazla sorgulanan ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde çevresel konuların en öne getirildiği sanayi sektörlerinin başında ‘Madencilik’ gelmektedir. Tüm dünya toplumlarında artan çevre duyarlılığı, gerekli ve yeterli çevresel önlemler alınmadan işletilmekte olan maden işletmelerini çevre hareketlerinin kolay hedefi haline getirmiştir. Madencilik sektörünün son 25-30 yıldaki çevre-dostu işletmecilik yönündeki çabaları, çeşitli nedenlerle topluma yeterince iletilemediğinden dolayı, özellikle gelişmekte olan ülkelerde maden aramacılığı ve yeni maden işletme yatırımlarının hızı kesilmiş bulunmaktadır. Buna ilaveten, son 5-6 yıl içindeki idari uygulamalar da özellikle küçük ve orta ölçekli yeni metal madeni projelerinin hayata geçirilmesi açısından önemli engeller yaratmıştır.

Dünyada son 50 yıl içinde dünya nüfusu hızla artmış ve sanayi de bu hıza paralel olarak gelişmiştir. Bunun sonucu olarak, bilinen doğal kaynak rezervleri artan hızlarda kullanılmakta ve çevre koşullarında görünür olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Bu çevresel etkileri, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda en aza indirecek önlemleri almak yerine, kıyamet haberciliği yaparak toplumu korkutarak yeni bir dünya düzeni kurma yaklaşımı da yeni bir ideoloji haline gelmiştir. Globalleşen iletişim olanaklarını çok etkin olarak kullanan bu yeni ideoloji, insanları çevre felaket senaryoları ile korkutarak çok etkilemekte ve özellikle ülkelerin kalkınması için gerekli doğal kaynak kullanım projelerine karşı politize etmektedir. Proje konusu ne olursa olsun, politize olmuş çevreci hareketlerin ortak noktası, “gerekli çevre koruma önlemleri alınarak proje yapılsın” yerine “bu projede çevresel risk vardır dolayısı ile proje toplum için yararlı değildir; proje gerçekleştirilmesin, halk da bu projeyi istemiyor.” olmaktadır. Bergama’daki Ovacık Altın Madeni karşıtlığı ile başlayan ve günümüzde sadece altın madenciliğine değil, her tür madencilik faaliyetine yönelik, bir ‘madencilik karşıtı olma algısı’ toplumumuzda yerleşmiş bulunmaktadır.

Madenler, ülkelerin kendi ihtiyaçlarına yanıt vermenin yanı sıra, ekonomilerine doğrudan değer katan, gelişmemiş ülkeler için dahi, doğal kaynağı topluma en yüksek ekonomik katkı düzeyinde kazandıran bir milli varlıklardır. Bu bağlamda, “gelişmekte olan ülkelerde yaratılan madencilik karşıtı hareketlerin nedeni, başka ülkelerin de kendi doğal kaynaklarından yeterince katma değer payı almasını önleyici bir yaklaşım olabilir mi?” sorusunun olası yanıtlarını da irdelemekte yarar vardır. Bu bağlamda, referans listesinde verilen 2001 basım tarihli N. Hablemitoğlu’nun kitabı ile birlikte, 2008 yılında Ankara Barosu Hukuk Gündemi Dergisinde yayınlanmış “Kaz’ıklanıyor muyuz?” başlıklı yazının (Özdemir, 2008) ve bu yazıdan on yıl önce İTÜ Vakfı Dergisinin 1998 tarihli 27. sayısında yayınlanmış olan “Türkiye Kalkınmasının Sürdürülebilirliği Açısından Doğal Kaynaklardan Yararlanma Sorunları” (Zanbak, 1998) başlıklı makalenin okunmasını öneririm.

Bilindiği üzere, her ne kadar stratejik olarak değerlendirilse de ileri kimyasal türevlerinin üretimine hala ulaşamamış olmamız nedeni ile bor madenlerimiz için henüz bu tür bir çevrecilik hareketi mevcut değildir. Şu anda ülkemizde çevrecilik hareketlerinin henüz hedefi olmayan toryum, volfram, nadir toprak elementleri ve de ileri bor türevleri ile ilgili mühendislik projelerinin hayata geçirilmesi durumunda benzer sosyo-politik tartışmaların gündeme gelmesi olasıdır. Kimyasalların AB’ye ihraç edilmesinde uygulanan REACH Direktifinde bor cevherleri için herhangi bir kayıt altına alma zorunluluğu olmamasına karşılık, işlenmiş bor mineralleri için bazı kısıtlamaların getirilmiş olması, konunun çevre korumadan çok ekonomik kısıtlama yaklaşımlarının halen gündeme getirilmiş olduğunun bir kanıtı niteliğindedir.

Bilgi Kirliliği

İnternet ortamında ‘Altın Madenciliği ve Çevre’ konusunda çok sayıda bilgi/haberler bulunmakta ve birbiri ile aykırı/zıt yorumlar nedeni ile toplum bireyleri ‘bilgi kirliliği’ olarak adlandırabilecek bilgi karmaşası içindedir.

Bilgi kirliliği, sadece madencilik ve çevre ilişkileri için değil, insan sağlığı ve beslenme konularında da açıkça görülmektedir. Bu bağlamda, basında yayınlanan Beslenme Haberlerinin Değerlendirilmesi konusunda yazılmış bir akademik makalenin özetindeki aşağıdaki alıntıyı irdelemekte yarar vardır (Demir, 2010):

“Sağlıklı yaşam tutkusunun yaygınlaşmasında, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ve bilgi üretenlerin bilgiyi paylaşmaya başlaması, ‘bilgi kirlenmesi’ne sebep olmaya başlamıştır. İnsanlar hastalıkları ile ilgili istedikleri tüm bilgilere internet üzerinden ulaşabilmektedirler. Ayrıca; dergi ve gazetelerde de sağlık haberlerinin sayısı artmıştır. Ciddi bilimsel dergilerin tümü, yayınladıkları araştırma, makale veya görüşlerin özetlerini internetten servis eder hale gelmiştir. İçinde bulunduğumuz çağın kitle iletişim çağı olarak adlandırıldığı kabul edilecek olursa, kitle iletişim araçlarının insanlar üzerindeki etkinliği ve kişilerin bilgi kazanmasındaki önemi yadsınamamaktadır.

Kitle iletişim araçlarının, sağlığın yanı sıra beslenmeyi de ilgilendiren bilgilendirme süreci ile yakından ilişkisi vardır. Diğer kitle iletişim araçlarına oranla gazeteler, özel baskı ve bölümlerle her gün okura hitap ettikleri için daha avantajlı ve tercih edilir olabilmektedirler. Gazetelerde verilen haberlerin, örneğin beslenme ilgili haberlerin, verildiği şekilde birey tarafından yorumlanmaksızın, geçerli bilgi olarak algılanması olasılığı bulunmaktadır. Ancak bir konu hakkında tutum geliştirmede haberin birinci kaynağı yanında aktaran kişinin uzmanlık etkisinin de önemli yer tutacağı sanılmaktadır. Yazılı basının zaman zaman uzmanlara yeterince danışmadan konuları abartarak verdiği, buna bağlı olarak toplumda korku uyandırdığı, hatta insanların sağlığı ile oynayabildiği de bilinmektedir”.

Buna ilaveten, Mersin’de diş tedavisi için genel anestezi yapıldıktan sonra sağlık sorunu yaşamış bir çocuk ile ilgili olarak basında çıkan haberler üzerine, Türk Dişhekimleri Derneğinin yapmış olduğu basın açıklaması da aşağıdadır (TDB, 2010):

“Her tıbbı müdahale bir risk içerir. Hekimin vazifesi bu riskler konusunda kişileri tedavi öncesinde bilgilendirmek ve tedavinin en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasını sağlamaktır.”

Sağlık konusunda halka bilgi verirken veya bir olumsuzluğu anlatırken haksız ithamlarla bulunmak, sadece sonuç nedeniyle tedavinin gerekliliğini tartışma konusu yapmak; hekimleri riskli hastaların tedavisinden uzaklaştırabileceği gibi hastaları sağlıksız bir geleceğe mahkum etme ihtimalini oluştururken, halkta yarattığı korkunun hekimlere karşı güvensizliğe yol açarak bireylerin sağlığı açısında da olumsuz gelişmelere neden olmaktadır.

Sağlık konusunda sansasyonel haberlerden kaçınıp, mümkün olduğunca konunun uzmanına danışılarak bilimsel ve objektif mesajlar verilmelidir. TDB olarak hasta haklarına olan duyarlılığımızı bir kez daha vurgularken zor bir mesleğin uygulayıcıları olan meslekdaşlarımıza karşı söylemlerde, medyayı basın etik kurallarına uymaya çağırıyoruz”.

Yukarıdaki alıntılarda italik harfli cümlelerdeki ‘sağlık’, ‘hekim’, ‘beslenme’, ‘risk’, ‘bilgi kirliliği’, ‘halkta yaratılan korku’, ‘tedavi’, ‘sansasyonel haber’, ‘konunun uzmanına danışılarak bilimsel ve objektif mesajlar verilmesi’ kavramları ‘çevre’, ‘altın madenciliği’ ve ‘mühendislik’ kavramları ile eşleştirilirse, çevre konusundaki bilgi karmaşasının sadece madenciliğe özgü olmadığı görülebilir.

Uzman Bilgisine Saygı

Madencilik ve çevre konusunda da sansasyonel haberlerden kaçınıp, konunun uzmanlarının verdikleri bilimsel ve objektif bilgiler ve raporlara itibar edilmelidir.

1994-2000 yılları arasında Ovacık Altın Madeninin çalışma izinleri sürecinde, bu madencilik projesinin çevre felaketine neden olacağı gerekçeleri ile çok sayıda dava açılmıştır. 1994 Kasım ayında başlayan ve Ağustos 2004’de Çevre ve Orman Bakanlığının tesise ÇED olumlu kararına kadar süren bu hukuk sürecinin bir kronolojisine referanslarda verilen kaynaktan ulaşılabilir (Akel, 2006).

1997 Mayıs ayı içinde Danıştay altın madenciliğine izin veren Çevre Bakanlığı işleminin iptali istemi ile açılan davaların reddi yolunda verilen Bölge İdare Mahkemelerinin kararlarını bozarak dava konusu işlemin yeniden görüşülmesi yönünde bir karar vermiştir. Bu karar sonrasında, uzmanlık konusu madencilik olan ve çeşitli üniversitelerden çok sayıda bilim adamı Ovacık Altın Madeni özelinde “altın madenciliği ve çevre” ilişkisi üzerine, bilimsel görüşlerini belirtmişlerdir. ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümünün 12 öğretim üyesi tarafından, hukukun üstünlüğüne inanan kişiler olarak, altın madenciliği ve Danıştay kararları hakkında toplumu bilgilendirmek amacıyla yaptıkları, konuyu irdeleyen 14 maddelik teknik irdeleme içeren açıklamanın sonuç kısmı aşağıda verilmektedir (ODTÜ- MMB, 1997):

Danıştay kararlarında 2709 sayılı T.C. Anayasasının kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı ile ilgili 17.Madde, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması ile ilgili 56.Madde dikkate alınmıştır. Ancak, anayasamız tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi ile ilgili 168.Madde ile yer altı kaynaklarımızı da güvence altına almıştır. “Ya madencilik, ya çevre” gibi bir dayatma ülkemiz çıkarlarına uygun değildir. Yer altı kaynaklarımızın ekonomiye kazandırılması sırasında, yapılacak işlemlerin bilim ve tekniğe uygunluğu, ilgili kuruluşlarca ve konunun uzmanları tarafından denetlendiği ve izlendiği sürece üzerinde yaşadığımız ve gelecek nesillere bırakacağımız çevremizin zarar görmesi, insan yaşamının riske atılması mümkün değildir. Saygılarımızla; 12 akademisyen…

Devam eden hukuk sürecinde, Danıştay 1999 yılında, insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin var olduğu gerekçesi ile, yürütmeyi durdurma kararı da vermiştir. Ancak, Başbakanlık konuya sahip çıkmış ve Ovacık Altın Madeni ile İlgili Danıştay kararındaki “insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilir olup olmadığının tespitini” TÜBİ- TAK’tan istemiştir. Söz konusu TÜBİTAK Raporunun hazırlama gerekçesi ve sonuç kısmı aşağıdadır (TÜBİTAK, 1999).

Başbakanlık Müsteşarlığı 08.03.1999 tarihli yazılı talimatı ile TÜBİTAK Başkanlığı’ndan Ovacık Altın Madeni ile İlgili Danıştay kararında insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilir olup olmadığının tespitini istemiştir. TÜBİTAK tarafından görevlendirilen 11 bilim adamından oluşan komisyon, incelemeleri sonucunda, aşağıdaki ortak görüş ve kanaate varmıştır:

  1. İlgili Danıştay kararında insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin tümüyle giderildiği ya da kabul edilebilir limitlerin çok altına çekilmiştir,
  2. Tesisin mevcut özellikleri ile, gerek üretim teknolojisi gerekse sağlanmış olan çevresel koşullar açısından dünyada altın madenciliği için öngörülüp uygulanmakla olan en uygun teknoloji düzeyini ya da daha iyisini yansıtmaktadır,
  3. Bu şekilde inceleme konusu tesisin, ve aynı koşullarda benzerlerinin, çevre uyumlu ve duyarlı birer iktisadi faaliyet olarak, işletmeye geçirilmelerinin, sürdürülebilir kalkınma kavramı çerçevesinde ülkemiz menfaatleri açısından uygun ve yararlı olacaktır.

Yukarıda sonuç kısımları verilen, konularında ‘gerçekten’ uzman olan bilim adamlarının hazırladığı 1999 tarihli TÜBİTAK Raporu, çevrecilik hareketi taraftarları tarafından şiddetle reddedilmiş ve Ovacık Altın Madeninin işletilmesi sonucunda, toplumda ‘çevre felaketinin kaçınılmaz olduğu’ algısı yara tılmıştır. Ancak, ilgili bakanlıkların izin ve denetimleri altında, Ovacık Altın Madeni 2001 yılından beri çalışmakta ve çevre felaketi yaratacağı ileri sürülen atık havuzu ve açık işletme ömrünü sorunsuz olarak tamamlamış ve yeni alınan ÇED raporları sonrasında, işletmede başka üretim üniteleri devreye alınmıştır. Dolayısı ile, 1994-2004 sürecindeki hukuk mücadelesine konu olan işletmede, davacılar tarafından öne sürülen kararındaki ‘insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilemez olduğu’ iddiasının doğru olmadığı; iyi mühendislik uygulamaları ile bu tür olası risklerin yönetilebileceği kanıtlanmıştır.

Madencilik ve Çevre Konusunda Bilgi

Kirliliği Yukarıdaki Uzman Bilgisine Saygı alt başlığı altında verilen açıklamalardan hareketle, insan sağlığı konusundaki Bilgi Kirliliği için yukarıda başkalarından (Akel, 2006 ve TDB, 2010) aktarılan görüşlerin, benzer cümlelerle ‘Madencilik ve Çevre’ konusundaki bilgi kirliliği için, aşağıdaki paragraflardaki gibi uyarlanabileceği görülür:

Sağlıklı yaşam ve çevre tutkusunun yaygınlaşmasında, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ve bilgi üretenlerin bilgiyi paylaşması, ‘bilgi kirlenmesi’ne sebep olmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağın kitle iletişim çağı olarak adlandırıldığı kabul edilecek olursa, kitle iletişim araçlarının insanlar üzerindeki etkinliği ve kişilerin bilgi kazanmasındaki önemi yadsınamaz.

Kitle iletişim araçlarının, çevre ve insan sağlığın yanı sıra sürdürülebilir kalkınmayı da ilgilendiren bilgilendirme süreci ile yakından ilişkisi vardır. Gazetelerde verilen haberlerin, örneğin çevre ile ilgili haberlerin, verildiği şekilde birey tarafından yorumlanmaksızın, geçerli bilgi olarak algılanması olasılığı bulunmaktadır. Ancak, madencilikle ilgili bir konu hakkında tutum geliştirmede haberin birinci kaynağı yanında aktaran kişinin uzmanlık etkisi de önemli yer almaktadır. Yazılı basının zaman zaman uzmanlara yeterince danışmadan konuları abartarak verdiği, buna bağlı olarak toplumda korku uyandırdığı da bilinmektedir”.

Yaşamın her safhası için geçerli olduğu gibi, her mühendislik projesindeki faaliyetler bir risk içerir. Mühendisin görevi bu riskler konusunda ilgili devlet kurumları ve toplumu faaliyet öncesinde bilgilendirmek ve mühendislik uygulamalarının insan sağlığı ve çevre kalitesine etkisi açısından en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasını sağlamaktır.

Mühendislik faaliyeti hakkında halka bilgi verirken veya bir olası olumsuzluğu anlatırken sansasyonel ithamlarla bulunmak, mühendislik proje yatırımlarını engelleyerek kalkınmanın sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır.

Madencilik konusunda sansasyonel haberlerden kaçınıp, mümkün olduğunca konunun uzmanına danışılarak bilimsel ve objektif mesajlar verilmelidir. Türk madencilik sektörü olarak, hepimize ait olan sağlıklı çevre haklarına olan duyarlılığımız bir kez daha vurgulanırken, madencilik gibi zorlu çalışma koşulları ve risk sermayesinin gerektirdiği finansman zorlukları altında çalışan, bu zor meslekle ilgili haber ve görüşler verilirken etik kuralların unutulmaması ve sansasyonel bilgi ve haberlerden kaçınıp, konunun uzmanlarının verdikleri bilimsel ve objektif bilgiler ve raporlara itibar edilmesi gerekir.

Son Söz olarak ….

Madencilik ve Çevre konusu, hakkında onlarca sayfada yazılsa da, ‘ama, ….. konunun bir de bu açıklaması var’ türü görüşlere çok açık olan bir konudur. Bu konuda ülkemizde bir ilk örnek olan Ovacık Altın Madeni üzerinde yürütülen hukuk sürecinde ‘insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilemez olduğu’ iddiasının doğru olmadığı, 2001’den itibaren çalışan ve dava konusu olan atık barajı ve pasa yönetim üniteleri ve diğer işletme faaliyetlerinden kaynaklanan herhangi bir çevre sorunu ortaya çıkmaması ile kanıtlanmıştır. Ancak, konunun sosyo-politik boyutlarının sadece bilimsel ve teknik yaklaşımlarla çözülemeyecek derecede karmaşık olması nedeniyle, madencilik, özellikle de altın madenciliği üzerinde odaklanan hukuk mücadelelerinin devam edeceği maalesef, gerçekçi bir öngörüdür.

Kaynaklar
1. Akel, Y. (2006). Örnek Olay No 10, Bergama Siyanürle Altın Olayı, Koç Üniversitesi
Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu, 14 Aralık, http://www.
anayasa.gen.tr/law315-bergama.htm (erişim: 30.06.2015)
2. Demir, M. (2010). Basında Yayınlanan Beslenme Haberlerinin Değerlendirilmesi,
ABMYO Dergisi Sayı 19, sayfa 26-39, Aydın Üniversitesi, http://abmyod.
aydin.edu.tr/bilimsel_dergi/bilimseldergi19.pdf (erişim: 30.06.2015)
3. Hablemitoğlu, N. (2001). Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası, Pozitif Yayıncılık-
Otopsi Yayınevi, 1. Baskı, ISBN 9758410210, 304 sayfa (tekrar basım,
2008, ISBN 9756461705).
4. ODTÜ-MMB, (1999). ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerinin
Altın Madenciliği ve Danıştay Kararları Üzerine Yaptıkları Açıklama,
TMOBB-Maden Mühendisleri Odası, Madencilik Bülteni, Mayıs http://www.
maden.org.tr/resimler/ekler/c431fd7ec4437de_ek.pdf (erişim: 30.06.2015)
5. Özdemir, F. B. (2008). “Kaz”ıklanıyormuyuz?, Ankara Barosu Hukuk Gündemi
Dergisi, sayfa 22-26. http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/
hgdmakale/2008-1/1.pdf (erişim: 30.06.2015)
6. TBMM (2010). Türkiye Büyük Millet Meclisi “Madencilik Sektöründeki Sorunların
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla
Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”, Mayıs, 754 sayfa
7. TDB (2010). ‘Sağlık konusunda sansasyonel haberden kaçınalım’, Türk
Dişhekimleri Birliği Dergisi, sayı: 120, Sayfa 18 http://www.tdb.org.tr/tdb/v2/
yayinlar/TDBD/120sayi.pdf, (erişim: 30.06.2025)
8. TUBITAK (1999). Eurogold Ovacık Altın Madeni TÜBİTAK – YDABÇAG Değerlendirme
Raporu, Ekim http://www.geocities.ws/siyanurlealtin/belgeler/
tubitak.html (Erişim: 28.06.2015)
9. Zanbak, C. (1998). Türkiye Kalkınmasınının Sürdürülebilirliliği Açısından
Doğal Kaynaklardan Yararlanma Sorunları, İstanbul Teknik Üniversitesi Vakıf
Dergisi, Sayı 27, sayfa 21-26
10. Zanbak, C. (2014). Altın Madenciliği ve Çevre Üzerine, İstanbul Teknik Üniversitesi
Vakıf Dergisi, Sayı 65, sayfa 47-54, (aynı baskı, Türkiye Madenciler
Derneği Bülteni, 2015, Sayı 57, sayfa 70-80)

Kaynak

Prof. Dr. Caner Zanbak
Maden Mühendisi, Çevre Koordinatörü | Website

Yazara konuyla ilgili soru sormak isterseniz, hangi yazar için mesaj gönderdiğinizi belirterek lütfen [email protected] adresine mail atınız.