Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Madenciliğin Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin Gerçekleştirilmesindeki Rolü

0
Sürdürülebilir Kalkınma

İnsanoğlu yaşam kalitesini yükseltmek, zenginlik ve refah içinde yaşamını sürdürmek amacıyla devam eden bir ekonomik kalkınma mücadelesi içerisindedir. Bu mücadelenin zenginlik ve refah yaratmasının yanı sıra, çevre ve ekosistemde bozulmaya yol açtığını ise özellikle yaşanan bazı çevre felaketleri ile birlikte ancak 20. yy gelindiğinde farkına varmıştır. Çevrenin korunması ve sosyal adalet olmadan gerçekleştirilen ekonomik kalkınma ile elde edilen zenginlik ve refahın uzun dönemde sürdürülebilir olmadığını anlayan insanoğlu, “Sürdürülebilir Kalkınma” modelini ekonomik kalkınma için alternatif bir yaklaşım olarak ortaya çıkarmıştır. “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu”nun (Bruntland Komisyonu) 1987 yılında yayımladığı ORTAK GELECEĞİMİZ adlı raporu ile birlikte küresel ölçekte geniş bir uygu lama alanı bulan sürdürülebilir kalkınma modeli, az gelişmiş ve gelişmekte olan birçok bölge ve ülkede yoksulluk için uzun dönemde çözüm sunan bir yaklaşım olarak benimsenmiştir. Merkezine bireyi alan, toplumun refahını artırmayı ve bu kazanımların geliştirilerek sürdürebilmesini hedefleyen bu yeni kalkınma modeli, en basit ifadeyle sürdürülebilir bir kalkınmanın ancak toplumun sosyal kapasitesini geliştirerek ve çevreyi (ve ekosistemleri) gerektiği gibi koruyarak zenginlik yaratmakla sağlanabileceğini kabul eder.

Sürdürülebilir Kalkınma
Şekil 1- Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri

Sürdürülebilir kalkınma modeli çerçevesinde belirlenen ilk hedefler, Birleşmiş Milletler önderliğinde 147 devlet ve hükümet başkanlarının da yer aldığı, 189 ulusun temsilcilerinin bir araya geldiği, 2000 yılında gerçekleştirilen tarihi Milenyum Zirvesi’nde imzalanan Binyıl Bildirgesi temelinde Binyıl ya da diğer adı ile “Milenyum Kalkınma Hedefleri” olarak yayımlanmıştır. 2015 yılında ise Binyıl Hedefleri’nin kapsamı genişletilerek, dünya toplumlarının ortak sorunlarını içeren ve bunların çözümüne dair rehberlik sağlayacak olan 17 sürdürülebilir kalkınma hedefleri olarak yayımlanmıştır (Şekil 1). Sürdürülebilir kalkınma modelinin ekonomik, sosyal, çevresel ve iyi yönetişim boyutları temelinde belirlenen bu hedefler Birleşmiş Milletler’in 2030 yılında nasıl bir dünya görmek istediklerini tanımlayan küresel bir vizyonu oluşturmaktadır

 Sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleşmesi, hiç şüphe yok ki bütün sektör ve paydaşların uygulama ve faaliyetlerine bu hedefleri dahil etmesini gerektirir. Bu bağlamda bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde madenciliğin, büyük endüstriyel faaliyetler olması dolayısıyla da diğer sektörlerden daha fazla rolü olacaktır.

Madenciliğin sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin (SKH) gerçekleştirilmesinde doğrudan veya dolaylı, pozitif ya da negatif etkileri olabilir, Bu etkilerin özellikle 17 SKH’nden 11’ine (1,5,6,7,8,9,10,12,13,15,16) kuvvetli yansıdığı bilinmektedir (1,2).

Sürdürülebilir Kalkınma
Tablo 1-Madencilik- SKH ilişkisi (2)

Madencilik sektörü, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında birçok fırsat oluşturmakla birlikte zorluk ve riskleri de içerisinde barındırır. Madencilik hiç şüphe yok ki sürdürülebilir kalkınmanın özellikle ekonomik boyutuna olumlu katkılar sağlar: Genel olarak bir ülke için mali gelir kaynağı olabilir, ekonomik büyümenin itici kuvveti olabilir, istihdam yaratabilir ve alt yapı imkânlarının geliştirilmesinde katkıda bulunabilir. Madencilik ancak sürdürülebilir kalkınmanın diğer iki boyutu, çevre ve toplum üzerinde riskler ve zorluklar oluşturabilir; kirlilik, çevresel bozulma, endüstriyel kazalar, kaynak tüketimi, nüfus göçü, ekonomik ve sosyal adaletsizliğin ve sağlık risklerinin artması, insan haklarının ihlali gibi. Aslında tarihsel olarak madenciliğin SKH’lerinin ele almaya çalıştığı bu zorluklara negatif anlamda katkıda bulunduğu belirtilmektedir. Ancak, sektörün son yıllarda çevresel ve sosyal etkilerini yönetme, iş güvenliği ve işçi sağlığının korunması, enerji verimliliğini sağlama, finansal akışlar hakkında raporlama ile saygı ve destek verme yöntemlerini geliştirerek bu tür etkileri ve riskleri azaltma, yönetme konusunda ciddi ilerleme kaydettiği de özellikle belirtilmektedir.

Madenciliğin bazı SKH’i için doğrudan veya dolaylı negatif etki potansiyeli olsa da aslında maden şirketleri için tüm bu hedeflere pozitif katkı sağlama konusunda fırsatlar olduğu vurgulanmaktadır. Bu fırsatların, yerel sosyal, politik ve ekonomik şartlara, madenin cinsine ve madencilik faaliyetinin aşamasına (arama, maden geliştirme, maden çıkarma ve kapatma) ve de yerel halk ve diğer paydaşlar ile yapılan diyalog ve anlaşmaya göre değişebileceği belirtilmektedir. Dolayısıyla, maden şirketlerinin faaliyetin gerçekleştirileceği ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına nasıl bir katkı sağlayabileceğine dair mevcut durumu iyi analiz etmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda, madencilik faaliyetlerinin (arama, işletme ve maden kapama) sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesine nasıl katkı sağlanabileceğine dair küresel ölçekte sektör, sivil toplum, hükümet, akademi ve finansal kurumları temsil eden 60’ın üzerinde uzman ile yapılan görüşmelere dayalı olarak hazırlanan bir Atlas 2016 yılında yayımlanmıştır(2). Bu Atlas, 17 SKH içerisinde pozitif etkilerin artırılabileceği, negatif etkilerin azaltılıp, olumlu fırsatların yaratılabileceği alanlar ve ilgili eylemleri içeren kılavuz niteliğinde bir dokümandır. Bu doküman sadece maden şirketleri için değil ilgili tüm diğer taraflar için bir maden projesinin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkısını sağlamak/artırmak için fırsatların belirlenmesinde dikkate alınması gereken bir kılavuzdur.

Sürdürülebilir Kalkınma
Tablo 2- ICCM Madencilik Katkı Endeksi yaklaşımına göre Türkiye değerlendirmesi

Madenciliğin ülke ekonomisindeki rolüne ilişkin anlayışın artırılması için son yıllarda birçok girişim başlatılmış, geliştirilen farklı yaklaşımlarla madenciliğin ülke ekonomisine katkısı ülkeler bazında sayısallaştırılıp, derecelendirilmiştir. Bunlardan biri de Uluslararası Maden ve Metal Konseyi (ICCM) tarafından geliştirilen “Madencilik Katkı Endeksi (MCI)” yaklaşımıdır. MCI bir ülkedeki madenciliğin ülke ekonomisindeki rolünü/bağımlılığını değerlendirmeye yönelik geliştirilen bir endekstir. Başlangıçta 3 göstergeye göre (madenciliğin toplam ihracattaki payı, ihracat gelirlerindeki son 5 yıllık değişimi ve maden üretim miktarı) yapılan analizlere, 2016 yılında madencilikten sağlanan vergi ve kar akışlarının toplamını kısmen de olsa yansıtacak dördüncü bir gösterge, mineral rent (üretim değeri eksi “normal maliyet”), eklenmiştir. ICCM tarafından 2 yılda bir yayımlanan rapor, yayım tarihinden önceki 2 yıllık değerlendirmeyi içermekte olup ilk rapor 2012 yılında, 5. versiyonu ise 2020 Aralık ayında yayımlanmıştır (3,4,5,6,7). 2020 yılında yayımlanan raporda Türkiye 182 ülke arasında 50,8 MCI puanı ile 75. sırada yer almaktadır (Tablo 2). Madenciliğin ülke ekonomisine katkısı mineral hammadde zenginliğinin yanı sıra ülke ekonomisinin mineral hammadde kaynağına ne kadar bağlı olduğuna ve de ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak farklılık göstermekle birlikte, birçok düşük ve orta gelirli ülkelerde madenciliğin ülke ekonomisine önemli katkı sağladığı, kalkınma ve yoksulluğun azaltılmasında önemli rol oynadığı belirtilmektedir.

Tablo 3’te düşük ve orta gelirli ülkelerde madenciliğin ekonomiye makroekonomik katkısı, Tablo 4’de ise bir madencilik faaliyetinden elde edilen gelirin paydaşlar arasında dağılım oranları görülmektedir.

Sürdürülebilir Kalkınma
Tablo 3- Madenciliğin düşük ve orta gelirli ülke ekonomisine makroekonomik katkısı(4) *Doğrudan istihdam
Sürdürülebilir Kalkınma
Tablo 4- Madencilik gelirinin paydaşlar arasında paylaşımı (5)

Madenciliğin ekonomiye katkısını anlamada MCI uygun bir araç olarak değerlendirilmekle birlikte madenciliğin katkısının tamamını yansıtacak göstergeler içermediği bilinmektedir.

Örneğin, istihdama ve devlet gelirlerine olan katkısını ve de nicel olarak ifade edilemeyen diğer bazı alanlardaki iyileşmeleri yansıtacak göstergeleri kapsamamaktadır. Ayrıca, madenciliğin ekonomiye katkısı en çok bilinen ve çoğunlukla ifade edilen/göz önünde bulundurulan bir durum olmakla birlikte madenciliğin bir ülkenin sosyo-ekonomik kalkınmasına olan katkısı da göz ardı edilmemelidir. Toplum ve birey için belki de daha önemlisi bu ekonomik katkının sosyal kalkınmaya olan yansımaları olacaktır. Bu bağlamada ICCM, madenciliğin ekonomik katkısı üzerine yapılan araştırmalarda genelde ekonomik ve yönetişim göstergelerin dikkate alındığı ve sosyal kalkınmaya dair göstergelerin gözden kaçırıldığı, dolayısıyla madenciliğin sosyal kalkınmaya olan katkısı hakkında çok fazla çalışma olmadığından hareketle, madenciliğin sosyo-ekonomik kalkınmaya olan katkısını belirlemeye yönelik bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu çalışmanın sonuçları 2018 yılında yayımlanmıştır (8). Bu çalışmada öncelikle ekonomileri mineral hammadde kaynaklarına dayanan ülkeler belirlenerek, mineral hammadde varlığının ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınmasındaki rolü sosyal kalkınma göstergeleri ve SKH ilişkisi temelinde analiz edilmiştir. Mineral hammadde kaynaklarına dayalı ülkelerin belirlenmesinde iki kriter dikkate alınmıştır. Bunlar:

  • Mineral hammadde kaynakların ihracat gelirlerinin %20’den fazlasını oluşturması ve
  • Mineral hammadde geliri (mineral rent) gayri safi yurt içi hasılanın %10’undan fazlasını oluşturmasıdır.

1995-2015 yılları arasında bu kriterleri sağlayan 53 ülke belirlenmiştir (Tablo 5). Bunlardan 28 tanesi hidrokarbona (petrol, doğal gaz ve kömür) dayalı ekonomiler, 20 ülkede madenciliğe dayalı ekonomilerdir. 5 ülkede ekonomileri hem madenciliğe hem de hidrokarbon kaynaklarına dayalı ülkelerdir. Belirlenen sosyo-ekonomik ölçütler ve bunların ilişkili olduğu 11 sürdürülebilir kalkınma hedefleri Tablo 6’ da verilmiştir.

Sürdürülebilir Kalkınma
Tablo 5- 1995-2015 yılları arasında “ mineral kaynak varlığına bağlı” ülkeler
*Caribbean ülkelerini içerir
**diğerleri Avrupa’yı içerir

Yapılan analiz ve değerlendirmeler, ekonomileri madenciliğe dayalı ülkelerde insan ve toplum yaşamının iyileştiğini 1995- 2015 zaman aralığında önemli sosyal iyileşmeler sağlandığını göstermiştir. Madenciliğin katkısı en fazla SKH 9, SKH 7 ve SKH 3 alanında olmuştur. Bu alanlarda ölçütlerin %90’ından fazlasında iyileşme gerçekleşmiştir. Yönetişim (SKH 16) ve cinsiyet eşitliği (SKH 5), daha iyi iş imkânı ve ekonomik büyüme (SKH8) alanlarında ise gelişmelerin sınırlı olduğu görülmüştür. Buna rağmen, bu alanlarda ölçütlerin %53-70 ‘inde iyileşme olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, mineral ve metal zengini ülkelerdeki sosyal gelişmenin ekonomileri hidrokarbona dayalı ve de diğer ülkelere göre daha fazla gelişim gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır.

Sürdürülebilir Kalkınma

Tüm bu analiz ve araştırmalar gösteriyor ki, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamada katalizör olacak birçok fırsat sunan madencilik sektörü, ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınmasında önemli bir role sahiptir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu durum şartlı olup, etkin bir sosyal ve çevre korumanın sağlanmasının yanı sıra insan haklarına azami saygı ve iyi yönetişim mevcudiyetine bağlıdır. Bir ülkede madencilikten elde edilen ekonomik katkının artarak sosyoekonomik kalkınmaya dönüştürülmesinin ülkenin iyi yönetişim kapasitesine bağlı olması, madencilik şirketlerinin faaliyet yürüttükleri ülkelerde iyi yönetişim kapasitesinin geliştirilmesine de katkı sağlama fırsatları oluşturmasını gerektirir.

Sürdürülebilir Kalkınma
Şekil 2-: 1995-2015 zaman aralığında her bir SKH alanında iyileşme görülen ölçütlerin yüzdesi(8)

Özetle belirtmek gerekirse, sürdürülebilir kalkınma bazılarının ele aldığı gibi çevre yönetimi/çevrenin korunması ile eş anlamlı değildir. Sürdürülebilir kalkınma çevrenin korunmasının yanı sıra sosyo-ekonomik, kalkınmanın sağlanmasını da gerektirir. Bu nedenle madencilik sadece yasaklanması gereken veya etkilerinin azaltılması ve de oluşturduğu tahribatın düzletilmesi/ iyileştirilmesi gereken bir faaliyet olarak değil aynı zamanda yaratacağı olumlu kalkınma fırsatlarının analiz edilmesi gereken bir faaliyet olarak değerlendirilmelidir. Bu anlamda, maden şirketleri, hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve yerel halk gibi tüm ilgili taraflara görev düştüğü unutulmamalıdır.

Kaynaklar

  1. UNDP and UN Environment, 2018. Managing Mining for sustainable development A source book.
  2. WEF, 2016. Mapping Mining to the Sustainable Development Goals: An Atlas
  3. ICMM 2012. The role of mining in national economies, 1st edition,
  4. ICMM 2014. The role of mining in national economies, 2nd edition.
  5. ICMM 2016. The role of mining in national economies 3rd edition.
  6. ICMM 2018, The role of mining in national economies 4th edition.
  7. ICMM 2020, The role of mining in national economies 5th edition.
  8. ICCM 2018, Social progress in mining-dependent countries: Analysis through the lens of the SDGS.

.

 

.

Madenden Su Sporları Merkezine…

0
madenden-su-sporlari-merkezine

Günümüzde su sporları merkezi olarak faaliyet gösteren ve Avustralya’da bulunan Kepwari Gölü, madencilik endüstrisinin üretim sonrası rehabilitasyon çalışmaları ile topluma ve çevreye değer kazandırmaya bağlılığının yaratıcı örneklerinden biri olarak dikkat çekiyor.

madenden-su-sporlari-merkezine

Bu günlerde Kepwari Gölü adı ile anılan bölgenin geçmişi 1970’li yıllara dayanmaktadır. Faaliyette olduğu zamanlarda “WO5B Madeni” olarak bilinen eski kömür madeni üretim faaliyetlerini 1996 yılında sonlandırmıştır. Madendeki rehabilitasyon çalışmaları ise henüz maden tam olarak faaliyetlerini sonlandırmadan önce, 1980’li yıllarda planlanarak hayata geçirilmeye başlamıştır. Süreç içerisinde plan birçok kez revize edilse de başarı ile sonuçlandırılmış ve eski maden sahası su sporları merkezi olarak topluma kazandırılmıştır.

madenden-su-sporlari-merkezine

Maden olarak ömrünü sonlandırdıktan sonra toplumun hizmetine sunulan saha, bulunduğu Collie bölgesi için önemli bir ekonomik çeşitlilik sağlamıştır. Ana gelir kaynağı turizm olan bölgede bulunan su sporları merkezinin bölgenin önemli miktarda turist çekmesine katkı sağlayacağı tahmin edilmektedir.madenden-su-sporlari-merkezine

Kepwari Gölü, bölge için önemli bir proje olmasının yanı sıra maden şirketleri, yerel halk ve hükümet üçgeninin uyumlu bir şekilde çalışması ile maden rehabilitasyonlarının çevresel, sosyal ve ekonomik fayda sağlayabileceğinin önemli örneklerinden birisi olmuştur.

 

Maden Ürünlerinden Kağıt Üretiliyor

0
Kağıt
Copyright by Karst

Tarihte bilinen ilk kağıt çeşidi olan papirüs M.Ö. 4000 yıllarında papirüs denen bitkiden üretilmiştir. Günümüzde kullanılan kâğıt ismini bu kullanımdan almaktadır. Aynı zamanda tarihte çeşitli hayvan derileri kullanılarak üretilen yazı ve resim işlemeye elverişli parşömen kâğıdı da kullanılmıştır.

Tarihe yön veren birçok gelişmenin temelinde yer alan kâğıt ilim ve kültürün yayılmasında başrolü oynamıştır. Bilginin taşıma ve muhafazasının kolaylaşmasını sağlarken medeniyetin günümüzdeki halini almasında temel unsurlardan biri olmuştur.

Günümüzde kullanılan kâğıt üretim tekniklerinin ise ilk olarak M.S. 105’te Çin’de Ts’ai Lun tarafından keşfedildiği kabul edilmektedir. Çin’den sonra ilk olarak Semerkant’ta kâğıt üretim merkezi kurulmuş, 18. yüzyılda ise Fransa ilk kâğıt üretim makinesini kurarak kâğıt üretiminde mekanizasyonu sağlamıştır.

Geçmişte üretim az olduğu için dünyada değerli olan kâğıt, zaman içerisinde üretim kapasitesinin artması ile değerini kaybetmiş ancak son yıllarda yüksek kullanımına paralel olarak gerekli doğal kaynakların ve maliyetlerin artmasına dair çekinceler ile tekrar değer kazanmıştır.

Günümüzde kâğıt üretimi için gerekli hammaddelerin başında, kesilen ağaçlardan elde edilen lifler gelmektedir. Yapılan araştırmalara göre dünya genelinde günde 80.000 – 160.000 arası ağaç kesilmekte, kesilen bu ağaçların ise yaklaşık yüzde 40’ı kâğıt üretiminde kullanılmaktadır. Üretim tekniklerine göre değişmekle birlikte yaklaşık olarak 1 ton kâğıt üretmek için 12 ila 24 adet ağaç kesildiği hesaplanmaktadır. Kâğıt kullanımının günden güne arttığı bu dönemde kâğıt israfı binlerce ağacın boşa kesilmesi anlamına gelmektedir. Son dönemde kâğıt geri dönüşümüne ağırlık verilmesi adına adımlar atılsa da kâğıt kullanımının da aynı oranda artması, kâğıt üretimi için ağaç kesimini azaltma çabasını sonuçsuz bırakmaktadır.

Her ne kadar dijitalleşmenin devam ettiği bir çağda yaşıyor olsak da kâğıdın hayatımızdaki önemi halen yadsınamaz durumdadır. Kâğıt üretimini azaltmak, geri dönüşüm yoluyla kesilen ağaçları daha verimli kullanmak üzerine çalışmalar sürerken konuya farklı yaklaşımlar geliştirilmeye de devam edilmektedir.

Bunlardan bir tanesi de mikronize ve çöktürülmüş kalsit minerallerinin ağaç üretiminde selüloza %15-30 arasında oranlarda katılarak kullanılmasıdır. Yüksek kalsiyum karbonat içeriğine sahip kalsit minerallerinin kullanımının kâğıda yüksek beyazlık sağlaması, zaman içerisinde sararmayı önlemesi, selüloz üretimini ve optik beyazlatıcı kullanımını azaltması geride bıraktığımız yaklaşık 20 yıl boyunca bu yöntemin sıklıkla tercih edilmesini sağlamıştır. Bu sayede ihtiyaç duyulan selüloz miktarı ve dolayısı ile kesilen ağaç miktarında azalma sağlanmıştır.

Bunun yanında henüz kullanımı yaygınlaşmayan ancak kâğıt üretimi için ağaç kesilmesini önemli ölçüde azaltması beklenen yeni üretim yöntemleri de mevcuttur. Bunlardan bir tanesi 1998 yılında Tayvanlı bir firma tarafından ağaç lifi kullanılmadan kâğıt üretiminin ilk örneği olarak piyasaya sunulmuştur. Mermer atıklarının toz haline getirilerek plastik ile karıştırılması ile kâğıt elde edilmesini içeren bu yöntem ile elde edilen kâğıt, su geçirmez ve parçalanamaz olma özellikleri taşımaktaydı. Ancak aynı zamanda yüksek sıcaklıklara karşı hassas, su geçirmez olduğu için tuvalet kâğıdı ve peçete gibi kullanımlara uygun değildi. Ayrıca dönemin kâğıt üretim tekniklerine kıyasla %20 daha maliyetli olması yöntemin yaygınlaşmasını zorlaştırdı.

Benzer bir uygulama ise 2014 yılında toz hale getirilen kireçtaşları kullanılarak kâğıt üretimi gerçekleştirildi. Japonya’da gerçekleştirilen yöntem ile üretilen kâğıdın üretiminde %80 kireçtaşı %20 polimerik reçine kullanılmaktadır. Su geçirmeme ve dayanıklılık gibi özelliklerini koruyan kâğıdın üretiminde hiç su ve ağaç lifi kullanılmaması, kâğıt üretimi için kesilen ağaçları azaltmak adına önemli bir adım olarak ön plana çıkmaktadır. Ayrıca bağlayıcı olarak reçine kullanılması, kâğıdı sıradan plastik ürünlerine göre daha az petrol ürünü içermesi ile de dikkat çekmektedir. Rengi doğal olarak beyaz olan kâğıdı beyazlatmak için ek bir ağartma işlemine de gerek duyulmamaktadır.

Kireçtaşından üretilen bu kâğıdın geri dönüşümünün daha verimli olduğu kaydedilmektedir. Parçalanarak tekrar toz haline gelen kâğıtlar tekrar kâğıt üretiminde ya da diğer plastik alternatifi olan kâğıt ürünlerin üretiminde kullanılabilmektedir.

Geleneksel yöntemlere kıyasla kâğıt üretiminde kireçtaşı kullanılması ile her bir ton kâğıt üretiminde 20 ağaç kesilmeden korunurken, 16 milyon BTU enerji ve 60 bin litre su kullanımı ile 900 kg CO2 ve159 kg katı atık oluşumu engellenebilmektedir.

Madencilik yoluyla üretilen ve dünyada yaygın olarak bulunabilen kireçtaşı ile gerçekleştirilen bu kâğıt üretiminin günümüzde önemini koruyan kâğıdın doğa üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya yardımcı olması öngörülmektedir.

Japonya, Tayvan ve Çin gibi ülkeler ve küresel ölçekte birçok şirket bu üretim metotlarını benimseyerek kâğıt üretiminin doğa üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı hedeflemektedir. Küresel olarak benimsenen bu teknoloji ile üretilen ürünler günden güne gündelik hayatın içerisinde kendisine yer bulmaya başlamıştır. Küresel olarak 400 milyar dolarlık kâğıt endüstrisinde bu teknoloji henüz 1 milyar dolarlık paya sahip olduğu bilinmekte ve gelişime açık olarak değerlendirilmedir.

Doğal taşlar yönünden zengin kaynaklara sahip olan ülkemizde de bu konu gerek sahip olduğumuz kaynakları değerlendirmek gerek ise ihtiyaçlarımızı karşılamak adına gündeme gelmiştir. Ülkemiz sahip olduğu mermer yatakları ve üretim gücü ile dünyada önde gelen ülkeler arasında yer almaktadır. Bunun yanında, kâğıt üretimi yapan SEKA’nın özelleştirilmesiyle kâğıt üretimi konusunda ithalata bağımlı hale gelen ülkemizin geçtiğimiz yıl 3,2 milyar dolarlık kâğıt ithal ettiği kayıtlara geçmiştir.

Bu doğrultuda gerçekleştirilecek bir yatırım ile yüksek kalsiyum karbonat içeriğine sahip mermer ve benzeri madencilik faaliyetlerinden oluşan atıklar kullanılarak kâğıt ve poşet gibi günlük hayatımızda sıklıkla kullanılan ürünlerin üretilmesi mümkündür. Bu yolla hem yerli hammadde ekonomiye kazandırılarak katma değer oluşturulacak hem de kâğıt ithalatının önlenmesi yoluyla cari açık azaltılarak ülkemizin ekonomisine fayda sağlanması mümkün olacaktır.

 

Covid-19 Salgını ile Mücadelede Nanoteknoloji ve Metallerin Rolü

0
Copyright AnnaVel/Shutterstock

2021 Mart ayı itibariyle 2,7 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olan Covid-19 salgını ile mücadele kapsamında salgının etkilerini azaltma, teşhis ve tedavi konularında alternatif yöntemler geliştirmek için bilimin sunduğu tüm imkanlar seferber edilmiş durumda. Sürdürülen bu çalışmalarda metallerin çeşitli özelliklerinden faydalanmak için nanopartikül boyutundaki kullanımının artış göstermesi metal madenlerine farklı bir açıdan bakılmasını sağladı.

Aslında gümüş, bakır, çinko gibi metallerin antimikrobik özellikleri çok eski dönemlerden günümüze aktarılan değerli bilgiler arasında yer alıyor.  Yakın geçmişten günümüze kadar olan dönemde ise birçok metal tıbbi uygulamalarda ve medikal ekipmanlarda kullanılıyordu. Salgından çok daha öncesinden beri medikal amaçlı kullanımı bulunan metallerin bu kullanım alanları salgın nedeni ile çeşitlenerek ön plana çıkmaya başladı.

Salgınla mücadele kapsamında ilk adım yayılma hızını yavaşlatmak adına alınan önlemler olarak karşımıza çıkıyor. Bu önlemler arasında maske kullanımına hassasiyet göstermek, kişisel hijyene önem vermek ve sosyal mesafeyi korumak yer alıyor. Aynı zamanda kişisel hijyenin yanında toplumun kullanımına açık alanlarda temas yüzeylerinin dezenfekte edilmesi ve virüsün temas ile yayılmasının engellenmesi de büyük önem arz ediyor. Bu kapsamda salgının yayılmasını önlemek amacı ile gerçekleştirilen araştırmalarda temas yüzeylerinin bakır gibi nanopartiküller içeren polimerler ile veya bakır alaşımları ile kaplanmasının virüsün hayatta kaldığı zaman aralığını azalttığı ortaya çıktı. Ayrıca, bakır gibi antiviral özellikli metallerin, temas yüzeylerinin temizliği konusunda dezenfektan gibi kimyasal içerebilen çözümlere kıyasla daha güvenli olduğu belirtilirken ultraviyole ışınların kullanımına göre daha pratik olduğuna dikkat çekiliyor. Nanopartikül içeren kaplama ve alaşımların iyon salınımı ile canlı hücrelerin faaliyetlerini bozarak yüzeylere antiviral ve anti bakteriyel özellik kazandırdığı ifade edilirken antiviral özelliği ile bilinen metalin önlem amaçlı belirli alanlarda uygulanılması tavsiye ediliyor.

copper materialBakır üzerine benzer çalışmaların daha önceki hastalıklarda da gündeme geldiği biliniyor. 70’li yıllarda çocuk felcine karşı etkili olduğu ispatlanan bakırın daha sonra ise başka bir koronavirüs olan HuCoV-229E ile mücadelede büyük fayda sağlamıştı. HuCoV-229E virüsü üzerine yürütülen araştırmalar normal şartlarda yüzeylerde altı gün yaşayabildiği kaydedilen koronavirüsün hayatta kalma süresinin bakır alaşımları ile kaplanan yüzeylerde bir güne düştüğü kaydedildi. Bu özelliğin benzer bir virüs olan Covid-19’un yayılmasını engellemede de önemli bir unsur olabileceği hatta ilerleyen dönemlerde tıbbi ortamlarda paslanmaz çelik yerine bakır alaşımlarının daha sıklıkla kullanılabileceğini öngörülüyor.

Salgınla birlikte hayatımıza giren kişisel koruyucu ekipmanlar arasında yer alan maskenin salgının yayılmasını önleme konusunda ayrı bir önemli bulunuyor. Ancak günlük olarak kullanmaya başladığımız standart maskelerin sağladığı koruyuculuk ile ilgili uzmanların görüş ayrılıkları devam ediyor. Maskelerin hem yaygın kullanımı hem de salgın süresince büyük zorluklar altında insanların sağlığı için mücadele eden sağlık çalışanlarına bir parça daha fazla güvenlik sağlama konusunda daha fazla koruma sağlaması adına hem çeşitli metallerin kullanılması ile koruyuculuğun arttırılmasına dair çalışmalar devam ediyor.  Hem değerli metal olarak değerlendirilen hem de teknolojik kullanımlarda kendisine yer bulan gümüşün bu kullanımlarına ek olarak anti bakteriyel özelliklerinden faydalanarak maskelerin koruyuculuğu arttırılmak isteniyor. Çalışmalar maskelerde eser miktarda gümüş kullanımının hem kullanıcıyı diğer bakterilere karşı koruduğunu hem de uzun süre maske kullanımı sonucu oluşan rahatsız edici kokunun önlenmesine yardımcı olduğunu ortaya koydu.

Maske konusunda gerçekleştirilen diğer çalışmalar arasında titanyum dioksit ve grafen kullanımı ile maskelerin küçük boyutlu partiküllere karşı sunduğu korumanın arttırılması yer alıyor. Mücadele ettiğimiz koronavirüsün tezahür edilemeyecek kadar küçük boyutlarda olduğu ve standart maskelerin nanopartikül boyutundaki virüsü durdurmak konusunda zorluk yaşayabildiği uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilirken bu doğrultuda titanyum oksit ile kaplanmış 100 nanometre kalınlığında nanofiberlerden üretilen kumaşların 1000 nanometreden küçük virüsleri yakalayabileceği yakalanan bu partiküllerin ise direk güneşten gelen ultraviyole ışınlara maruz kalarak yok edilebileceği değerlendiriliyor.

Titanyum dioksitin yanında grafen de aynı konuda üzerinde araştırmalar yapılan materyaller arasında yer alıyor. Çelikten 200 kat güçlü ancak bir o kadar da hafif olan grafen kullanılarak üretilen kumaşların virüsleri yakalayarak geçişini engellediğini ortaya koyan çalışmalar bulunmakla birlikte grafen içeren kişisel koruma ekipmanlarının delinmeye, ateşe, ultraviyole ışınlara karşı daha dayanıklı olduğu belirtiliyor. Bunun yanında grafenin kullanımı sadece kumaşlarla sınırlı olmayacağı virüs bulaşma riskinin bulunduğu kamuya açık ortamlarda temas yüzeylerinde de kullanılabileceği değerlendiriliyor.

Yüzey temizliği ve kişisel koruyucu ekipmanların sunduğu koruma imkanları en iyi ihtimalle salgının yayılma hızını yavaşlatmakta yardımcı olacaktır. Ancak asıl mücadele engellenemeyen enfeksiyonların teşhis edilmesi ve hastalara etken müdahale edilmesi ile başlamaktadır. Bu durumda erken ve yaygın test uygulamaları salgınla mücadelede bir diğer unsur ön plana çıkmaktadır. Çeşitli metallerin hassas yapısı ve özel fiziksel özellikleri nedeni ile hızlı ve yüzdeli sonuç veren test kitlerinde değerlendirilmektedir. Bu kullanımlardan bir tanesi enfeksiyon şüphesi ile gerçekleştirilen teşhis kitlerinde altın kullanılması ile karşımıza çıkmaktadır. Covid şüphesi ile gerçekleştirilen antikor testlerinde kan örneği alınarak vücutta o anda ya da öncesinde virüs bulunup bulunmadığı incelenmektedir. %95 doğruluk oranına sahip olduğu ve PCR testlerine kıyasla daha çabuk sonuç verdiği belirtilen bu testlerde altın partikülleri kullanılmaktadır. Hastadan bir miktar kan alınarak gerçekleştirilen bu testlerde bulunan altın partikülleri antikorlara yapışmakta antikorları sadece antijenler ile bağ kurabilecek bir alana taşımakta kullanılmaktadır. Ayrıca gümüş partikülleri kullanılan versiyonları olduğu da belirtilmektedir.

Bazı antikor testlerinde ise altın partiküllerine ek olarak grafen partiküllerinin kullanıldığı görülmektedir. Kullanılan her iki materyalin hassasiyet, seçicilik ve iletkenlik özelliklerinden faydalanılarak virüsün varlığı tespit edilmekte ve teşhis konusunda hem hız hem güvenilirlik oranı arttırılmaktadır. Bu yöntemin çok erken dönemde olduğu belirtilmekte ancak COVID-19 salgınından sonraki dönemlerde de farklı ihtiyaçlar halinde kullanılabileceğine dikkat çekilmektedir.

Kaynaklar

.

Fatih Dönmez: “Drone teknolojisi ile Maden Sahalarımızın Ölçüm İşlemlerini Daha Kısa Sürede Tamamlayacağız.”

0

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nde görevli harita mühendisleri, 2020 yılında 2 hafta süren drone eğitimi aldı. Böylece mühendisler, 2021 itibarıyla maden sahalarındaki denetimin hızlı ve detaylı şekilde yapılması amacıyla hava araçlarını kullanmaya başladı.

Mühendislerin kontrolündeki hava araçlarının, önceden belirlenen uçuş planına göre çok sayıda koordinattan çektiği yüksek kalitede fotoğraflar, bilgisayar laboratuvarında çeşitli yerli ve yabancı yazılımlarla bir araya getirilerek maden sahasının 3 boyutlu modeli oluşturuluyor. Personelin maden sahasında yaptığı işin niteliğini artırıp daha detaylı ve teknik bir analiz yapma imkânı sunan 3 boyutlu model aynı zamanda alanın daha iyi tanınmasını sağlıyor.

Bu yöntemin büyük avantajlar getireceğini kaydeden Dönmez, bugüne kadar ocak ölçümlerinin elektronik uzunluk ölçer ve hassas GPS cihazlarıyla yapıldığını ancak fotogrametrik yöntemlerle artık bu ölçümlerin daha detaylı ve daha kısa bir sürede gerçekleştirebildiklerini kaydetti.

Dönmez bu teknolojinin avantajları ile ilgili şu cümleleri kullandı: “Haritacılık sektöründe yaygın olarak kullanılmaya başlanan bu teknolojiyle maden sahalarımızın ölçüm işlemlerini daha kısa sürede tamamlayacağız. Bilhassa büyük ölçekteki ocak alanlarının ölçümünde zaman ve iş gücü tasarrufu sağlayacağız. Coğrafi olarak ölçülmesi ve ulaşılması güç olan bölgelerde drone teknolojisinin kullanılması bize büyük avantajlar getirecek. Üretim faaliyetlerinin devam ettiği sahalarda drone kullanılarak ölçüm işlemlerinin yapılması iş sağlığı ve güvenliği bakımından da büyük önem arz ediyor. Ayrıca, bu teknolojiyle ocak sahalarından elde edeceğimiz anlık fotogrametrik görüntüler, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün veri arşivine de önemli katkı sağlayacak.”

Drone teknolojisini en üst seviyede kullandığımızı vurgulayan Maden ve Petrol İşleri Genel Müdür Yardımcısı Murat Halit Durceylan ise Bakanlığın politikası kapsamında teknolojiye entegre olmak için drone teknolojisini kullanmaya başladıklarını belirtti.

Bakanlığın politikası kapsamında Bakanlık bünyesine kattıkları hava araçları sayesinde maden sahalarının havadan denetimlerini gerçekleştirdiklerini aktaran Durceylan, drone teknolojisi ile saha denetiminin hızlandırılması ile ilgili şu ifadeleri kullandı: “Hem yazılım hem de donanım anlamında drone teknolojisini en üst seviyede kullanıyoruz. Denetimini hızlı şekilde yapılabilmesini anlamında ciddi bir ilerleye kaydediyoruz. Tüm maden sahalarının denetimini drone yardımıyla yapmayı planlıyoruz. Yazılım ekibimiz de drone yardımıyla alınan verileri özel bir yazılımla işliyor. Bu da bize avantaj sağlıyor.” dedi. Durceylan ayrıca bu teknoloji ile verilerin anlık aktarımını sağlayacaklarının altını çizerek bu sayede Bakanlık veya Genel Müdürlükten de anlık olarak kontrol ve denetimin yapılmasını istediklerini dile getirdi.

Elektronik madenciliğe geçişin gereklilik olduğunu vurgulayan Ruhsat Denetleme Dairesi Başkanı Hasan Hüseyin Irgat, sahada denetimlerini gerçekleştirip bilgileri hızlıca göndermeleri için mühendislere tablet verdiklerini ifade etti. Tutanağın imzalanmasını kadar geçen süredeki bütün işlemlerin özel tasarlanmış tabletler sayesinde yapıldığını kaydeden Irgat, “Sahaların ölçümü de drone aracılığıyla yapılıyor. Sahaların denetimini drone yardımıyla en güzel şekilde yapıp anında Genel Müdürlüğümüzü ve Bakanlığımızı bilgilendireceğiz. Drone sayesinde maden sahasında yapılan hassas ölçümleri ruhsat sahibinin beyanlarıyla eşleştiriyoruz. Bu doğrultuda ortaya çıkan sonuçlara göre mali denetimler de sağlanıyor. Kademe yüksekliklerinin ölçümlerine kadar drone yapıyor. Böylece sahanın işletme güvenliğine uygunluğu da belirleniyor.” şeklinde ifadeler kullandı.

Özel Alanlar ve Harita Dairesi Başkanı Muhammet İbrahim Kaya ise Emek yoğun çalışmayı azaltıp ortaya çıkan ürünün niteliğini artırmayı amaçladıklarını belirterek drone yardımıyla personelin maden sahasında yaptığı işin niteliğini artırıp daha detaylı ve teknik bir analiz imkanına kavuşturmayı amaçladıklarını belirtti.

Yerli ve yabancı drone teknolojisiyle sahada yapılan ölçümleri 3 boyutlu modeller haline getirdiklerini bildiren Kaya, konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “16 harita mühendisimize 2 hafta süren drone eğitimi verdirdik. Her harita mühendisimiz arazilerde kendi çabasıyla 3 boyutlu modelleme yapabilecek hale geldi. Dronelar maden sahalarında daha önceden belirlenen uçuş planına göre çok sayıda koordinatlı yüksek kalitede fotoğrafı çekip bünyesine kaydediyor. Bu fotoğrafları merkezimizdeki bilgisayar laboratuvarımızda yerli ve yabancı yazılımlar sayesinde bir haritaya dönüştürüyoruz. 3 boyutlu model üzerinden oluşturulan harita üzerinde yapılması gereken analizler yapılıyor. Madencilikte kullanılan bütün analizleri bu harita sayesinde yapabiliyorsunuz. Sahaya hiç çıkmamış yöneticinin araziyi yakından tanıyabilmesi olanağını sağlıyoruz. Emek yoğun çalışmayı azaltıp ortaya çıkan ürünün niteliğini artırmayı amaçlıyoruz.”

. .

Çevre Günlük Siyaset Malzemesi Değildir

0
çevre

Çevre

Birgün gazetesinde okuduğum bir madencilik haberi1, onu yazanın ne kadar müthiş bir teknik buluş (!) yapmış olduğunu gösteriyordu. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı “Altın aramada siyanür kullanılmaz” demiş; kendisini çevreci olarak gören gazeteci de hemen manşeti yapıştırmış: “Bakanın madendeki siyanürden haberi yok”, diye.

Cehalet Değilse Nedir?

Ana muhalefet partisinin Genel Başkan Yardımcısı, “Türkiye, siyanür cehennemine dönüştürülmek isteniyor” diye demeç vermiş2. Gerekçesini de şöyle açıklıyor3: “Türkiye’nin kuzeyden güneye, doğudan batıya tamamına yakınında siyanürle altın aranıyor”. Aynı demecinde, sözlerinin sadece siyaset amaçlı, iktidar kavgasında yukarıya tırmanmanın aracı olduğunu da saklamıyor: “Çevre duyarlılığı konusunda Cumhuriyet tarihinin en kötü hükümetiyle karşı karşıyayız”. Ulusal duyguları kabartmayı da atlamamış4: “Savaş meydanlarında yapılamayan, bugün altın madeni aracılığıyla yapılmaya çalışılıyor”.

Çevre konularındaki haberleri ve yazılarıyla tanınan gazeteci Yusuf Yavuz’un “Sit Alanı Olan Selinus Sahiline 10 Katlı Otel Projesi” başlıklı haberineyse5 yukarıdaki yayın organlarının hiçbirisi yer vermedi. Zaten açıklamaya çalıştım, amaç, gerçekten çevreyi korumak değil ki!

Yukarıdaki anlatımlar, sadece siyasilere özgü değil. Başta gazeteciler olmak üzere bilim adamları ve teknik adamlar da kullanıyor6. Altın madenciliğinde uzmanlaşmış bilim insanları ve teknik insanlar tarafından altın aramalarında siyanür kullanılmadığı, altın madenciliğinde siyanürün sadece cevherden altının kazanılması aşamasında çevreden yalıtılmış ortamlarda kullanıldığı yıllardır defalarca açıklandı7. Amaç üzüm yemek olmadığından bu konuda bilim ve teknik hiç dikkate alınmadı.

Madencilikte çığır açan “siyanürle altın arama” buluşunun sahibi bu “bilir bilmezlerin8” hangi yazdığına güvenebiliriz, artık. Acaba siyasi konularda da bizim ayrıntısını bilemediğimiz, anlamadığımız noktalarda benzer saptırmalar mı yapıyorlar? Doksanlı yıllarda, bir profesör arkadaşım, “Senin yüzünden Cumhuriyet gazetesini bıraktım” demişti de çok gülmüştüm. Ne kadar haklıymış! Bu trajikomik olay, bize, çevrenin kesinlikle siyaset üstü olması gerektiğini kanıtlıyor. Çevre konuları günlük siyaset malzemesi yapıldığında bir taraf savunurken, diğer taraf da kendiliğinden karşı çıkacaktır. Aslolan, işin doğru veya yanlış yapılması olmalıdır. Genel ifadelerle madenciliğin karalanması yerine proje temelinde mevzuata ve teknik standartlara uygunluğu tartışılmalıdır.

Altın madenciliğinde uygulanan yöntemler madenciliğin bir parçasıdır ve her metal madencilik projesinde uygulananlardan bir farkı yoktur. Arama, madeni çıkarma ve zenginleştirme teknikleri hemen hepsinde aynıdır. Siyanüre gelince, sadece madenciliğin değil sanayinin temel maddesi, daha doğru bir deyişle sihirbazıdır. Mademki siyanür izin verilmemesi gereken bir kimyasaldır, madencilikten çok daha fazla, 50-60 katı kadar siyanür kullanan diğer sanayi sektörleri ne olacaktır? Çeşitli siyanür bileşikleri kullanmakta olan metal işleme ve kaplama, galvanizleme, plastik, boya, tekstil, elektroteknik, tarım kimyasalları ve hatta maya, gıda ile ilaç sektörlerinde üretim nasıl sürdürülebilecektir?

Altın madenciliğine karşı çıkışla başlayan çevreci eylemcilik, günümüzde, giderek madencilik karşıtı bir harekete dönüşmüştür. Artık sadece altın madeni projeleri değil, mermer ve agregaya kadar bütün madencilik çalışmaları “çevreci” karşıtlığın hedefindedir. Oysa hem bilimde hem de teknikte toptancı yaklaşımda bulunmak sakıncalı ve sağlıksızdır. Günümüzün ileri bilim ve teknoloji dünyasında, bir sektörü veya bir teknolojiyi kökten istememek çok anlamsızdır. Gerekli önlemler alınmaksızın küçük bir konut yapılması, tarlanın gübrelenmesi ya da bahçenin ilaçlanması gibi en masum bir insancıl faaliyet bile gün gelip de uygun koşullar ortaya çıktığında çevre açısından yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir.

Doğada her bir olgu, ayrı fiziksel koşullar altında, farklı ortamlarda, uygun mekanizmalar kurulduğunda oluşurlar. Hiç birisinin diğeriyle bir benzerliği yoktur. Şu hâlde “maden” diye genellemek yerine her bir maden sahasını kendi projesi temelinde inceleyerek değerlendirmeliyiz. Projenin teknik içeriğinin, yörenin çevresel koşulları ile günümüz teknolojisine uygunluğunu ve projenin bir bütün olarak yöre halkının sosyal yaşamına olası etkilerini değerlendirmek gerekli ve yeterli olacaktır.

Çevre ve Madencilik

Günlük yaşantımızda sürekli kullandığımız elimizden düşmeyen akıllı telefondan tabletimize, yazdığımız kalemden bilgisayarımıza, evimizin kendisinden içindeki beyaz ve siyah eşyalara, bütün yapıların inşasında kullanılan her türlü malzemeden bindiğimiz araçlara kadar neredeyse bütün eşya, araç ve aletlerin yapımında yararlanılan hammaddelerin üretimi için madencilik yapılması gereklidir. Bütün bu günlük yaşam gereksinimlerinden ya da çok daha basiti, yeni modellerini edinmekten vaz geçebilir misiniz? Günümüzde kime sorsak, acaba yaşamı kolaylaştıran bu teknolojik gelişmeleri bırakıp da daha geri bir yaşama dönmek ister mi? Eğer bunu kabul ediyorsak, madenciliği bırakalım. Biz yapmayalım, dışarıdan alalım diye düşünen varsa, ekonominin temel esaslarına aykırı ama hadi sanayi hammaddesi olanlar kalsın da ev yapımı ya da yol bakımı için gerekli malzemeyi de mi yurt dışından getirelim?

Madencilik her ne kadar insanın yaşamını kolaylaştıran gereksinimleri karşılayan bütün sanayi dallarına hammadde temin etmesi nedeniyle ekonomik olarak vazgeçilmez ise de toplum madenciliği ısrarla “kirli, tehlikeli ve uzak durulması gereken” bir çalışma olarak kabul etmektedir. Madencilik çalışmalarının birinden ortaya çıkan ufak bir hata bile bütün sektöre mal edilerek madenciler çevreye ve halka duyarsız olarak tanıtılmaktadır. Bu akıldışı yaklaşımın sonucunda madencilik, çevre ile uyumsuz bir sanayi dalı olarak algılanmaktadır.

Bir yöre halkının, çevresinin suyu, toprağı ve havasının bozulması ile çocuklarının sağlığından ve alıştıkları yaşam biçimine müdahale olmasından endişe duymadan yaşamını sürdürmek istemesine saygı duymak gerekir. Madencilik projelerinin de ve diğer bütün sanayi yatırımlarının da bu yaklaşıma uygun olarak planlanması, gerçekleştirilmesi ve uygulanması esas olmalıdır. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Sürdürülebilir Madencilik” dediğimiz bu ilkelerin yaşama geçirilmesini olanaklı kılan ise ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) sürecidir.

Ancak günümüzde, bir projenin çevreye etkilerinin tek başına, o yöredeki diğer sanayi kuruluşlarının etkileriyle birlikte bir bütün olarak dikkate alınmaksızın ÇED hazırlamanın ve bu çerçevede önlemler belirlemenin yeterli olmadığı görülmüştür. Bir projenin olası etkilerinin yanında, o projenin etki alanı içerisinde bulunan işletmelerin ve raporun hazırlandığı tarihte yatırıma başlanmış, yatırım planı onaylanmış veya ÇED kararı alınmış diğer projelerin çevresel etkilerinin de birlikte değerlendirilerek ele alınacağı “kümülatif etki” dikkate alınmalıdır.

Bunun dışında, insanın doğal çevresine kalıcı etki yapmaksızın bir projenin planlanması için gerekli olan ÇED, projenin sadece fiziksel yanlarını dikkate aldığından yeterli görülmeyerek AB’de on yıldan fazladır Sosyal ve Çevresel Etki Değerlendirmesi yürürlüğe konulmuştur. Sadece fiziksel çevreyle ilgilenmenin yeterli olmadığı ve sosyo-ekonomik değerlendirmelerin ve sosyal çevredeki değişimler için sosyal sorumluluk projelerinin de Çevre Yönetim Sistemi’ne dahil edilmesi gereği ortaya çıkmıştır9,10. Bir proje, o yörenin sadece doğal çevresine olan etkileri bakımından değil oradaki sosyokültürel ve ekonomik etkileri, kültürel mirası, yerleşim yerlerini ve toplumun sağlık ve güvenliği de dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Sosyal Sorumluluk Projeleri, sadece, şirketlerin yöreye ekonomik yardım veya altyapı onarımı ve inşası katkısı olarak görülmemeli, maden ömrünü tamamladıktan sonra yöre insanının yaşamını sürdürmesini sağlayacak meslekler konusunda eğitim vermeli, yardımcı ve destek olmalıdır.

SED’in (Sosyal Etki Değerlendirmesi) konusu olan sosyal riskin yönetimi için en önemli araç, günümüzde birçok uluslararası madencilik şirketi tarafından uygulanmakta olan işletme ile yöre halkı arasındaki sosyal uzlaşmadır11. Sosyal uzlaşma, bir madencilik faaliyetine başlamadan önce toplumla kurulan sağlıklı iletişim ve katılım sonucunda yöre halkının geniş bir kesiminin bu faaliyeti benimsediğini, desteklediğini belirten ve bir izin ya da belge olmayan soyut anlamda bir kabul, onaylamadır. Artık insanların yaşamadığı, madencilik yapılabilecek ıssız bir yer bulmak çok güç olduğundan Sosyal Onay konusu günümüzde daha da önem kazanmaktadır.

Madencilik şirketleri, arama döneminden başlayarak projenin ömrü boyunca, tamamıyla saydam davranarak yöre halkını projenin riskleri ve etkileri hakkında bilgilendirme, onların düşüncelerini alma ve önlemler ile ölçümlerin gelişimi hakkında bilgi verme biçiminde bir iletişim süreci oluşturmalıdır12. Bunu yerine getirebilmek amacıyla da proje sahasına en yakın ve yöre halkının en kolay ulaşabileceği bir yerde bilgilendirme bürosu açmalıdır. Bütün bu bilgilendirme ve danışma sürecinin hiç kimseyi ayırmaksızın, zamanında, saydam, açık ve düzgün bir tarzda yürütülmesine dikkat edilmelidir.

ÇED Süreci Sorumlu Madencilik İçin Yeterli midir?

Ne yazık ki, özellikle ülkemizde, ÇED süreci çoğu zaman bir sanayi çalışmasının çevreye zarar vermeden yürütülmesi için “yeterli” olarak algılanmaktadır. Bir yatırımcı, projesi hakkında “ÇED Olumlu Kararı” çıktığı an o projenin çevreye etkileri konusunun tamamıyla çözümlendiğini düşünür.

ÇED kararı “Tamam, bir sorun yok! Her şey düzgün ve uygun” demek değildir. ÇED bir izin olmayıp, gerçekleştirilmesi düşünülen bir projenin var olan doğal çevreye ve sosyal yapıya olası etkilerinin ve bunları en aza indirmek amacıyla alınması planlanan önlemlerin incelendiği ve değerlendirildiği bir süreçtir. ÇED Raporu da bu önlemleri işletmecinin üstleneceğini gösteren bir belgedir, taahhüttür. Yani tamamen varsayıma dayalı olarak projenin çevreye etkileri ve sadece kâğıt üzerinde yer alan alınacak önlemler söz konusudur. ÇED süreci, niteliği bakımından çevresel sorunlara çözüm getiremez; sadece yol gösterir. Eğer proje yanlış tasarlanmışsa, ÇED hazırlayıcısına eksik bilgi verilmişse, ÇED raporunda bulunması gereken çalışmalar yapılmayıp da sonra tamamlanacak notu düşülmüşse ve rapordaki taahhütler ile öneriler yatırım aşamasında hiç dikkate alınmaz ise ne yazık ki ÇED sadece göstermelik olarak kalır. Buradaki en önemli nokta, ÇED raporu hazırlanmadan önce, tasarlanan projenin en küçük ayrıntısına kadar kesinleşmiş yani fizibilite çalışmasının tamamlanmış ve projenin öngörülen olası etkilerinin de ÇED raporunda gerçeğe en uygun biçimde doğru ve eksiksiz belirlenmiş olmasıdır.

Kâğıt üzerinde her şeyin doğru ve eksiksiz olması da yeterli değildir. ÇED süreci ve raporunun istenilen sonuca ulaşması için, yatırım aşamasından başlayarak üretime geçilmesi ve sonrasında, proje ÇED Raporu’nda belirlenen esaslara uygun yürütülmeli ve yapılan incelemelerde çevreyle bir uygunsuzluk çıkmamalıdır.

Çevreyi Koruyarak Madencilik Olur Mu?

Toplumun madenciliği çevre karşıtı bir sanayi kolu kabul etmesinde hiç doğruluk payı yok mudur? ÇED süreci sonunda ÇED olumlu kararının alınması, o yöredeki çevre ve sosyal hakların korunması açısından bir madencilik etkinliğinin sorunsuz olacağını göstermez. Bunun temel nedeni, bir an önce üretime başlayabilmek için ÇED inceleme-araştırma süresinin kısa tutulması ve maliyetin yükselmemesi için bazı çalışmaların daha sonra yapılmasının planlanmasıdır. Bu nedenle, ÇED sürecinin yürütülmesinde ve raporun incelenmesinde çevre idaresi titiz, belki de sıkı davranmalıdır. Bir başka önemli nokta da madencilik sırasında bu önlemlerin yerine getirilip getirilmediğinin ve beklenmeyen durumların ortaya çıkıp çıkmadığının yine çevre idaresi tarafından titiz ve sıkı bir biçimde izlenmesidir. Ancak izleme uygulamalarındaki aksaklıklardan kaynaklı olabilecek nedenlerle kamuoyunun yetkili idarenin uygulamalarına bir güvensizlik duyduğu anlaşılmaktadır.

Şu hâlde bir biçimde ÇED sürecinin tamamlanmış olması sorumlu madencilik adına yeterli olmayacaktır. Kaçamak yollara sapılarak yozlaşma ve yolsuzluğa yol açılmaması için gerek yetkili idare gerekse madencinin projenin planlanmasından başlayarak tamamen saydam davranmaları, yöre halkı ve STK’ların sağlıklı bir iletişim yoluyla projeye katılımlarının sağlanması olumlu sonuç verecektir.

Madencilik sektörünün her alanında, saydamlık sağlanmalıdır. İdare yaptığı işlemler ve madenci de projenin gelişimi ile alınan kararlar hakkında yöre halkını bilgilendirmelidir. Yerel halkın güvenini kazanmamış hiçbir ekonomik girişimin ülkeye yarar getirmesi beklenemez. Madencilik sektörüne ilişkin alınacak kararlarda ilgili yöre halkının da katılımı sağlanmalıdır.

Günlük yaşantımızda kullandığımız her şeyin temel hammaddesi olan madenlerin üretilmesi ve bu sırada çevrenin de korunması gerektiğine göre, her ikisi de günlük siyasete konu yapılmadan bilimin ve tekniğin gereği yerine getirilmelidir. Ne her ne pahasına olursa olsun madencilik ne de her şeye karşın çevre söylemi yerine çevre ve madenciliği akılcı bir yaklaşımla dengeleyerek güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir dünyaya ulaşmanın yolunu mutlaka bulmalıyız. Çok karmaşık, çözümü güç ve zor bir konu olmasına karşın, insanı merkeze koyarak bilim ve aklın yol göstericiliğinde cesaretle ve kuşkusuz siyaseti dolgu malzemesi yapmaksızın tartışabilmeliyiz. Bu biçimde birini diğerine üstün tutmadan, çevre korumayı ve madenciliği akılcı bir yaklaşımla dengeleyebiliriz.

Sözün Özü

Bugün yaşadığımız çevre-maden çatışmasının temel nedenleri

Gelişmiş ülkelerde bizdekinden daha yoğun altın madenciliği olmasına karşın neden 15 yıla yakın bir süredir ve halen çalışmakta olan altın madenlerinin bulunduğu yörelerde insanların karşı çıkmadıkları, kanımca, sorunumuzun anahtarıdır. ABD, Kanada, Avustralya ile çevre konularında bütün dünyadan daha duyarlı olan Avrupa ülkelerinden İsveç, Finlandiya, İngiltere, Fransa, İspanya ve İtalya’da altın madenciliği vardır. Bu yörelerin halkının sıklıkla ayağa kalkmadığını görüyorsak nedeni çevreyi koruyarak madencilik yapma ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olmalarındandır.

Günümüzde, madenciliğimizin karşı karşıya olduğu birincil öncelikteki ve en büyük sorun çevrelerini korumak düşüncesiyle ayağa kalkan yöre insanlarıdır. Bu sorun temelden çözülmedikçe, sadece devlet desteği ve/veya zorlamasını arkasına alarak madencilik yapmak olumlu sonuçlar vermez.

Geçmişte idarede görülen bazı usulsüzlükler ile kamunun çıkarlarını kollamaksızın çevre ve maden mevzuatında bazı projelerin yararınaymış gibi algılanabilecek konularda sıkça değişiklik yapılmasının sonucunda, çevreci söylem ve eylemler açıkça, halkın, devletin verdiği ruhsat ve izinlere inanmadığını, yaptığı ÇED incelemesine ve denetimlere güvenmediğini göstermektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu bütün sıkıntılar gibi, doğal çevremizi korumanın çıkar yolu devletin yönetim sistemiyle doğrudan bağlantılıdır. Yani yaşadığımız çevresel sorunlar temeldedir, yüzeysel çözümlerle doğal çevremizi korumak olası değildir.

Şu hâlde çevre sorununu çözmek için devletin yaptığı işlere ve söylediklerine halkın güvenmesini sağlaması gerekmektedir. Halkın yetkili idarelere güven duyacağı ortamın oluşması için de mevzuatta sürekli değişiklik yapmak yerine en uygun standartları getirmek; kuralları ve mevzuatı herkese eşit ve gerektiği gibi uygulamak; incelemeleri ve denetimleri titizlikle ve sıkı bir biçimde yapmak; inceleme ve denetim sonucunu ayrım yapmaksızın herkese gerektiği gibi uygulamak; son derece saydam bir biçimde toplumu bilinçlendirip bilgilendirmek; ve bütün bunların olması için de uzman ve deneyimli kadroları iş başına getirmek yeterli olacaktır.

Altın madenciliğinin en zayıf noktası olan yabancı sermayeli şirketlerden hareketle topraklarımızın yağmalandığı, devlete ya da kamuya bir kazanımı olmadığı tersine çevre yıkımının halka kalacağı propagandası günümüzde kolaylıkla taraftar bulmaktadır.

Çok uzakta olmayan, atmışlı yetmişli yıllara kadar süren eski vahşi madencilik uygulamalarının anıları hâlâ insanların akıllarında ve kalıntıları da sahada durmaktadır. Özellikle kurumlaşmamış olan madencilerin eskiden olduğu gibi kuralsız, çevre değerlerine önem vermeden, kimi zaman gerekli bilimsel ve teknolojik bilgi gereksinimine özen göstermeden hazırlanan bir ÇED raporu ile yatırıma girişme kararından kaynaklanan yanlışları bu çevreci karşıtlığın, hiç kuşkusuz, önemli nedenlerindendir. Bazı madencilerin, mevzuatın zayıf noktalarından sonuna kadar yararlanma istekleri de bu karşı duruşa zemin hazırlamaktadır.

Öte yandan medya, madencilik ile çevre çatışmasının ateşine sürekli malzeme taşımaktadır. Spekülatif haberler yaratmak uğruna mevzuata aykırı, bilim ve tekniğe uymayan anlatımlarla yanlış bilgi vererek; kendi istek ve düşüncelerini gerçekmiş gibi yazarak; konunun gerçek uzmanlarına danışmayarak ve bu konuda hiç çalışmamış, öne çıkmak ve kendini parlatmak isteyen kişilerin söylemlerine sanki uzmanmış gibi yer vererek toplumdaki gerilimi yüksekte tutmaktadır, medya kuruluşları. Bu konulara ilişkin çok sayıda örneğin incelendiği bir makalenin6 varlığı nedeniyle ayrıntıya girmedim.

Ne yapmalı?

Madenciliğe karşı olan hemen herkesten aynı nakaratı duyarız: ‘Madenler elbette çıkarılmalı ama yolu bu değil!’ Bugüne kadar bunlardan birisinin bile tek bir çözüm yolunu, yarım ağızla da olsa, önerdiğini duymadım. Madencilik sektöründeki toplam 41, özel sektörde altın madenciliğinde geçen fiilî 16 yıllık meslek deneyimimden sonra, hiç kuşkusuz, ne yapılması gerektiğine dair öneriler getirmeliyim. Meslektaşlarımın, bunları daha da geliştireceğine inanıyorum.

Öncelikle yöre halkının çevrenin suyu, toprağı ve havasının korunması ile sağlıklarının bozulmasına duydukları endişe ve alıştıkları yaşam biçimlerini yitirme kaygısına saygı duyulmalıdır.

Olmayanları olmuş gibi göstermek, spekülatif haberler üretmek ve genel söylemlerle iddialarda bulunmak altın madenciliğine karşı çıkmak değildir. Toptancı bir yaklaşım yerine projede kullanılan teknik ve teknolojiyi bilimsel anlamda eleştirmek, mevzuata uymayan uygulamaları göstermek ve projedeki hatalar ile eksikleri ortaya koymak gerekir.

Öte yandan yatırım için sadece mevzuatın gereklerini yerine getirmek yeterli değildir. Madenciler, kamu yararına aykırı yerlerde madencilik yapılmayabileceğini ve çevreciler ise madenciliğin çevreyi koruyarak da yapılabileceğini anlamak, öğrenmek ve kabul etmek zorundadırlar. Bu yaklaşımın temel koşulu, her ikisi de ülkenin geleceği açısından aynı derecede önemli olan ne çevreyi ne de madenciliği günlük siyasete, politik polemiklere konu etmektir.

Bugünkü biçimiyle ÇED süreci, başarılı bir madencilik çalışması için yeterli değildir. Kesinlikle sözde olmayan gerçek bir Çevre Yönetim Sistemi yatırımın başında kurularak maden kapatılana dek sürdürülmelidir. Bütün proje süresince ÇED Raporu gereklerine ve teknik standartlara uyulmalı, gereken bütün ölçümler periyodik olarak yerinde ve zamanında yerine getirilmeli, sonuçlar idareye bildirilmeli ve yöre halkına açıklanmalıdır.

Hem madencinin hem de devletin projenin her aşamasında ve her konuda saydam davranması yöre halkıyla kurulacak iyi ilişkinin temelidir. Halktan olumlu ya da olumsuz hiçbir bilgi saklanmamalı, projenin her bir aşamasına geçmeden önce görüş alışverişinde bulunulmalıdır.

Şirketler bir zorlama beklemeksizin sosyal uzlaşma ilkelerine uygun davranmaya başlayarak yöre halkına karşı sorumluluk taşıdıklarını göstermelidir.

Madencilik meslek örgütleri, üyelerini Çevre ve Sosyal Sorumluluk Beyannamesi imzalamaya çağırmalı, imzalayanları kamuya açıklamalı, onları denetlemeli ve uygunsuz tutumları kamuoyuna duyurmalıdır. Gözümüzü kapatarak, yanlışların üzerini örterek doğruya ulaşamayız!

Devlet hem madenciye hem de halka sahip çıkmalı, kuralları ve mevzuatı herkese eşit ve gerektiği gibi uygulamalı, sıkı denetlemeli ve gereğini yerine getirmeli, şikayetleri inceleyerek kamuoyuna duyurmalıdır.

Bu makale Madencilik Türkiye Dergisi’nin 1 Mart 2021 tarihli 93. sayısından alınmıştır

Kaynaklar

[1] Birgün, 10/11/2020, https://www.birgun.net/haber/ormanlik-alanlarin-talanindan-ve-siyanur-kullanimindan-bakanin-haberi-yok-323027

[2] Birgün, 10/12/2020, https://www.birgun.net/haber/chp-li-oztunc-turkiye-siyanur-cehennemine-donusturulmek-isteniyor-326111/ ; Cumhuriyet, 10/12/2020, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpli-oztunc-turkiye-siyanur-cehennemine-donusturulmek-isteniyor-1797678

[3] Tele 1, 10/12/2020,  https://tele1.com.tr/chpli-oztunc-turkiyenin-siyanur-haritasini-acikladi-37-yerde-arama-yapiliyor-284541/

[4] https://www.youtube.com/watch?v=H7rwz0CYhvE/

[5] Açık Gazete, 10/12/2020, https://www.acikgazete.com/sit-alani-olan-selinus-sahiline-10-katli-otel-projesi/

[6] Oygür, V., 2019, Madencilik Saldırı Altında, Madencilik Türkiye, Ekim, Sayı 82, sf. 116-126; https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2020/08/09/madencilik-saldiri-altinda/

[7] TMMOB Maden Müh. Odası, Altın Raporu, https://www.maden.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=121&tipi=5&sube=0/ ; https://malzemebilimi.net/altin-uretiminde-siyanur-nasil-kullanilir.html/ ; https://eksisozluk.com/siyanurle-altin-aramak–1791039/ ;

[8] Bilirbilmezler (Bouvard ile Pécouchet), klasik Fransız yazar Gustave Flaubert’in 1874’te yazdığı son romanıdır. Bilgisizliklerinden ve bönlüklerinden kaynaklanan sınırsız bir gözü peklikle her konuya el atan iki dostun gülünç maceralarını anlatır. Bu olaylar sayesinde aydın/yarı aydın, düşünce/saptırmaca, bilgi/bilgisizlik vb. gibi karşıtlıkları en somut biçimiyle görmemizi sağlar.

[9] UNEP, 2002, Guidelines for Mining and Sustainable Development, 52 sf.

[10] Seymoat, N-K., 2000,Mining and the Social Imperative, UNEP Industry and Environment, Vol.23, Özel sayı: Mining and Sustainable Development II, sf.. 57-59.

[11] Oygür, V., 2018, Çağdaş Madencilik Faaliyetlerinde Sosyal Onay, Türkiye Madenciler Derneği Sektörden Haberler, Sayı 69, sf. 64-80; https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2018/03/08/cagdas-madencilik-faaliyetlerinde-sosyal-onay/

[12] Oygür, V., 2018, Sürdürülebilir Madencilik için Önemli Bir Esas: Saydamlık, Türkiye Madenciler Derneği Sektörden Haberler, Sayı 73, sf. 64-71; https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2019/01/04/surdurulebilir-madencilik-icin-onemli-bir-esas-saydamlik/

“İsveç’in Hazine Sandığı” Sala Günümüzde Turizm Merkezi Olarak Faaliyet Gösteriyor

0
Sala

1400’lü yılların sonunda üretime başlayan ve 400 yılın ardından 1908 yılında faaliyetlerini sonlandıran İsveç-Västmanland’da bulunan Sala Gümüş Madeni faaliyet süresi boyunca İsveç’in en önemli, dünyanın ise en önemli beş gümüş yatağından birisi olarak değerlendiriliyor. Ana cevher olarak toplamda 200 milyon ons gümüş üretilen 300 metre derinliğindeki madenden aynı zamanda önemli miktarda kurşun ve çinko gibi minerallerin de üretildiği biliniyor. Madendeki galerilerin de toplamda 20 km uzunluğunda olduğu tespit edilmiş durumda. Bu tarihi maden işletmesi günümüzde ise turizme hizmet veriyor.

1500’lü yıllarda İsveç Kralı Gustav Vasa’nın “İsveç’in Hazine Sandığı” diyerek önemini vurguladığı Sala Gümüş Madeni günümüzde turizm merkezi olarak değerlendiriliyor. Maden sahasının yüzeydeki kısmında 18. ve 19. yüzyıllardan günümüze kadar iyi korunmuş binalar ile dönemin şartları gözlemlenebilirken yer altında ise madencilik faaliyetlerinin gerçekleştirdiği alanlarda rehberler yardımı ile turlar düzenleniyor.

Dünyada en iyi şekilde muhafaza edilen madencilik alanları arasında gösterilen madende düzenlenen farklı konseptli turlar arasında dönemin madencilerinin yaşam ve çalışma şartlarının gözlemlenebildiği, madenin tarihi öneminin aktarıldığı, madenle ilgili hayati bilgilerin anlatıldığı turlar bulunuyor. Bunun yanında 4 saat süren ve “Büyük Maden Turu” ismi verilen bir tur ile ziyaretçilere madende kapsamlı ve özel bir tur gerçekleştirme imkânı da sunuluyor. Ayrıca 2018 yılında çocuklara özel bir turun da hizmete alındığı biliniyor.

İsveç

İçerisinde konaklama yapılabilecek şekilde restore edilmiş eski maden işletmesinde dünyanın en derin yer altı suiti bulunuyor. Romantik bir atmosfer sağlamak adına yoğun şekilde mumlardan faydalanılan süitin konsepti tamamen gümüş süslemeler ve kaplamalı mobilyalardan oluşmakta. Konaklayan misafirlere sunulan “Hoşgeldiniz” sepetinin içeriğinde ise peynir, bisküvi, meyve, şarap, çikolata ve acil durumlar için bir telsiz bulunuyor. Akşam yemeği için ayrılmış özel bir bölümü olan süitte konaklayan misafirler arzularına göre madende gezebiliyor ve yer altı göllerinin ihtişamını keşfe çıkabiliyor.

1900’lerin başında üretimin sona erdiği madeni o tarihten sonra gezmeye gelen birçok turist sadece ilk katlarını gezebiliyorken 2006 yılından günümüze madenin daha altlarında bulunan katları da ziyarete açıldı.

Galerileri, devasa mağaraları ve yer altı göllerini bünyesinde barındıran madende konaklama imkanı ile düzenlenen gezilerin yanı sıra madenin içerisinde bir de konser alanı bulunuyor.

İsveç'in

İsveç

https://www.salasilvergruva.se/

https://en.wikipedia.org/wiki/Sala_Silver_Mine

https://www.turizmglobal.com/isvecin-gumus-madeninde-dunyanin-en-derin-yeralti-suiti/

https://visitworldheritage.com/en/eu/sala-silver-mine/a6f61cf0-8ff5-4678-8c25-05d6e7e6cfd6

 

Böyle Madencilik mi Olur?

0

Çanakkale Gazete Değişim Genel Yayın Yönetmeni Kerem İriç tarafından kaleme alınan “Böyle Madencilik mi Olur?” başlıklı yazı aslında madenciliğin, çevre duyarlılığına sahip insanlarımızın klasik söylemlerindeki gibi adeta bir canavar olmadığını ve artık çevrecilerle madencilerin aynı masaya oturmaları gerektiğini özetlemiş. İriç’in yazısını sizlerle paylaşmak istedik.

————-

Böyle Madencilik mi Olur?

Onlarca çevre derneği Çanakkale bölgesinde faaliyet gösteren ve gösterecek madencilik faaliyetlerinin durdurulması için uzun yıllardır mücadele veriyor. Çevrecilerin büyük bir kısmı kendi imkanlarıyla zamanlarından ve daha birçok şeyden fedakarlık ederek doğanın zarar görmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar. İyi niyetlerinden şüphe etmemiz söz konusu değil. Fakat bu mücadele yöntemiyle bugüne kadar herhangi bir sonuç alamadılar. Onca mücadelenin sonucu ÇED toplantısını ileri bir tarihte yapılmak üzere iptal edilmesi. Mücadeleyi verirken kullandıkları “doğal yaşam ve çevre katledilecek, ekosistem bozulacak, içecek suya muhtaç olacağız” sloganları artık kamuoyunda karşılık bulmuyor.

Neden mi, bakın en yakın örneğe Lapseki Şahinli TÜMAD Madencilik. Firma neredeyse 5 yıldır bölgede faaliyet gösteriyor. Çevrecilerin iddia ettiği gibi doğal yaşam yok olmadı, çevre katledilmedi, ekosistem bozulmadı, kimse içecek suya muhtaç olmadı. Olumsuz tek bir haber duymadık, duyduğumuz tek haber maden firmasının bölge ve ülke ekonomisine katkıları oldu. İşte bu yüzden çevrecilerin söylemleri artık üçüncü sayfa haberi muamelesi görüyor ve mücadeleye destek verenlerin sayısı her geçen gün azılıyor.

Tablo böyleyken neden halen daha aynı şeyler yapılarak farklı sonuçlar bekleniyor? Neden dışarda slogan atmak yerine içeriye girip “yanlış yapılan” bir şey varsa müdahale edilmiyor? Bu soruyu geçtiğimiz gün Kazdağları Ekoloji Platformunun düzenlediği toplantıda ilgililerine sordum. Aldığım dikkat çeken bir cevabı paylaşmak isterim. “Maden firmaları bırakın üretimin yapıldığı alana girmemizi, maden sahasına girmemize bile izin vermiyorlar. Oysa biz içeriye girip neler oluyor diye görmek, yanlış varsa bunu dile getirmek ve çözümü için mücadele etmek istiyoruz.” Bu söylem diğer başka çevre örgütlerinin aksine yeni bir yol, yeni bir söylem arayışlarının göstergesi.

Peki çevrecilerin yeni bir yol, yeni bir söylem arayışına bölgede faaliyet gösteren firmalar gerçekten karşılık vermiyor mu? Açıkçası öyle olduğunu söylememiz mümkün değil. TÜMAD firması kapılarını sonuna kadar açmış, biz buradayız gelin, görün diyor. Kirazlı/Balaban’da faaliyet gösteren Doğu Biga Madencilik ise faaliyetlerine ilişkin tüm detayları sıklıkla kamuoyuyla paylaşıyor. Firma yetkilileri bu kapsamda yerel yönetimler başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarıyla, şehrin tüm dinamikleriyle düzenli olarak bir araya geliyor. Çevreciler slogan atmanın ötesine geçmek istiyorlarsa “yeni bir yol, yeni bir söylem” arayışında samimilerse maden firmalarıyla bir araya gelmekten çekinmemeliler. Çanakkale için, çevre için, doğa için…

Mevcut Kaynaklardan Su Kullanılmayacak

Yazımı Doğu Biga Madencilik Genel Müdürü Ahmet Şentürk’ün katıldığı bir programda “işletmenin su ihtiyacını nasıl karşılayacağı” sorusuna verdiği cevabı paylaşarak bitirmek isterim. Çünkü bu konu en çok tartışılan ve tedirgin eden başlık.

Şentürk Kirazlı/Balaban’da işletecekleri maden için mevcut kaynaklarından (Sarıçay ve çevresi su kullanmayacaklarının altını çiziyor ve ekliyor, “Kirazlı/Balaban’da ki yürüteceğimiz madencilik faaliyeti için su ihtiyacımız olacağı bir gerçek. Fakat bu ihtiyacımızı mevcut kaynaklardan değil, Çan/Kumarlar köyü yakınında inşa ettiğimiz göletten elde edeceğiz. Bu zaten ÇED raporumuzda detaylı bir şekilde yer alıyor. Bu gölet inşaatı yapılırken kendi ihtiyacımızı karşılarken bölgenin su rezervuarlarıyla ilgili potansiyelin de artırılmasına yönelik bir proje geliştirdik. Yaklaşık 3.8 milyon ton kapasitesi olan Altın Zeybek 2 adını verdiğimiz göletimizin projesini DSİ’ye sunduk ve inşaat sürecini tamamladık. Gölet yağan son yağmurlarla birlikte yüzde seksenin üzerinde bir doluluk oranına ulaştı. Biz bu göletteki suyun en fazla %8’ini kullanacağız. Projemiz bittikten sonra da bölge halkı bu göletten içme suyu ve tarımsal sulama ihtiyacını karşılamak için istifade edecek. Bu gölet projesi aslına bizim madenciliği nasıl yapacağımızın da bir göstergesi. Sürdürülebilir madencilik derken tam da bundan bahsediyoruz…

Çevrecilerin iddialarının aksine TÜMAD ve Doğu Biga’nın “sürdürülebilir madencilik” söylemleri eyleme geçmiş durumda demek ki “böyle madencilik de oluyormuş…”

Son olarak, bu maden faaliyetlerinin çevreye, doğaya hiçbir olumsuz etkisi olmayacak demiyorum. Muhakkak bir etkisi olacak, önemli olan bu etkinin boyutları ve madencilik faaliyeti bittikten sonra alanın eski haline dönüştürebilecek olması. Bakın o bölgeye bir turizm tesisi yapılacak olsa hepimiz gidip protesto edelim. Çünkü o beton yapıları oraya diktikten sonra geri dönüşü yok. Fakat madencilik faaliyetlerinde böyle bir durum söz konusu değil. Keşke ülke olarak Apple gibi, Mercedes gibi, Facebook gibi markalarımız olsa üretsek ve “aman madencilikten gelecek kaynağa ihtiyacımız yok” diyebilsek… Tam da bu yüzden hepimize çok büyük görevler düşüyor.

https://gazetedegisim.com/boyle-madencilik-mi-olur

Doğaya ve Ekonomiye Kazandırmanın En Güzel Örneklerinden: Butchart Gardens

0
Butchart Gardens
Butchart Gardens

Butchart Gardens

Madenciliğin temel kavramlarından biri olan üretim faaliyetleri tamamlandıktan sonra maden sahasının rehabilite edilmesi ile dünya genelinde birçok maden sahası, üzerindeki üretim faaliyetleri bittikten sonra doğaya ve ekonomiye kazandırılmaktadır. Karşımıza çıkan hem doğaya hem de ekonomiye kazandırma çalışmalarının en güzel örneklerden biri de Kanada’da bulunan Butchart Gardens’dır.Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens

Butchart Gardens’ın geçmişi, Robert ve Jennie Butchart’ın Kanada’nın Vancouver adasında yer alan zengin kireçtaşı kaynaklarının bulunduğu Tod Inlet sahasında çimento tesisi kurduğu tarih olan 1904 yılına dayanmaktadır.  Madenin faaliyete başlamasıyla birlikte ilk olarak 1906 yılında kurulan “Japanese Garden” ile hayalindeki devasa bahçeye sahip olma arzusunu gerçekleştirmeye başlayan Jennie Butchart maden üretimi sonrasında 1912 yılında sahadaki kireçtaşı kaynaklarının da tükenmesi ile madeni tamamen bahçeye çevirmeye odaklandı ve eski maden sahasını “Sunken Garden” ismini verdikleri bir sahaya dönüştürmeye başladı. Dönemin zor şartlarında at arabaları ile yüzey toprağı taşınarak saha dolduruldu ve “Sunken Garden” olarak anılan bahçe 1921 yılında tamamlandı. Ardından yürütülen çalışmalarla 1926 yılında ziyaretçi kabul etmeye başlayan “Sunken Garden,  “Japanese Garden”, “Rose Garden”, “Italian Garden”, “Mediterranean Garden” gibi farklı konseptlere ev sahipliği yapan eski maden sahası, yıllar içerisinde popüler bir doğa alanı haline geldi.

Nesiller boyunca aile fertlerine aktarılarak gelişimine devam eden Butchard Gardens, 2014 yılında 100. yılını geride bıraktı. Günümüzde Kanada’nın Ulusal Tarihi Bölgeleri arasında yer alan ve 900’den fazla türdeki milyonlarca bitkiye ev sahipliği yapan Butchart Gardens’da aynı zamanda dönemin madencilik faaliyetlerine dair kalıntılar da ziyaretçilerin ilgisine sunuluyor.

Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens Hem Doğa Hem Ekonomiye Hazandırmanın En Güzel Örneklerinden Butchart Gardens

www.butchartgardens.com

Nohut – Kışladağ’da Yerel Tarıma Destek

0
nohut

Boyutu küçük ancak tam bir besin deposu. Kendine has aromasının yanı sıra çok yönlü bir besin olan nohut binlerce yıldır Akdeniz ve Orta Doğu mutfağının da temelini oluşturuyor. Nohutun Türkiye’de bilinen en eski kullanımı MÖ 3500 yılına dayanırken günümüzde 50’den fazla ülkede yetiştirilmekte ve sonunda lezzetli yemeklere, baharatlı atıştırmalıklara, salata soslarına ve hatta çeşitli yemeklerde kullanılmak üzere öğütülerek una dönüşmektedir.

Yetiştirilirken inanılmaz derecede dayanıklı, önemli miktarda su ihtiyacı bulunmayan ve toprak ve çevre açısından çok seçici olmayan nohut, ‘Çiftlik dostu’ ve az bakım gerektiren ürünler söz konusu olduğunda listenin başına yerleşiyor. Kışladağ madenini çevreleyen ve Uşak ili genelinde mahsul hiyerarşisinde önemli bir yere sahip olan nohutun mutfak kadar kültürün de bir parçası olduğu uzun zamandır biliniyor.

2018 yılında Kışladağ’ın sera personeli madende bir çiftlik projesi başlattı. Bölgedeki tarımı desteklemek için madeni çevreleyen 64.000 m2 arazi ekildi. Tüprag Kışladağ Altın Madeni Halkla ve Kamuyla İlişkiler Müdürü Hakan Ünal’a göre nohut projesine başlamak hiç kolay olmadı:

“Kuraklığa toleranslı olmasına rağmen birçok yerel çiftçi, geçtiğimiz birkaç yıl içinde, daha kuru hava koşulları nedeniyle düşük nohut hasadı yaşadı. Yerel üretimi desteklemek için işletme alanımızdaki uygun alanlarda nohut yetiştirmeye karar verdik. Ürünler, hiçbir katkı maddesi kullanılmadan, personelimiz tarafından organik olarak yetiştirildi.”

Hakan, başarılı nohut üretimi ile Kışladağ’ın bölgede doğal ve modern tarım yöntemlerinin gelişmesine katkı sağladığını, Efemçukuru’nda da benzer şekilde işletme sınırları içinde üzüm ve bal üretildiğini söylerken Kışladağ’ın sera çalışanlarının, mahsullerini iyileştirmelerine yardımcı olmak için bilgilerini yerel halkla paylaştığını da sözlerine ekliyor.

“Sağlıklı ve bol miktarda nohut mahsulü yetiştirebildik ve bunları yerel topluluklarımızla paylaşabildik. Geçen yıl çalışanlarımıza ve yerel paydaşlarımıza yaklaşık 9 ton nohut dağıttık ve amacımız bu yıl da aynısını yapmak” diyen Hakan Ünal bu örneğin madencilik faaliyetlerinin tarımla bir arada var olabileceğinin bir göstergesi olduğuna dikkat çekiyor.

nohut
Humus, nohuttan yapılan lezzetli yemeklerden sadece birisidir

Kaynak

Rastgele İçerikler